Sivil Toplumdan Kültür Sanata Uzanan Bir Saha Deneyimi / Nevra Arslantürk


Söyleşi: Esra Oskay & Seniha Ünay

 

CultureCIVIC Kültür Sanat Destek Programı koordinatörlerinden Nevra Arslantürk ile kültür sanat alanında sahayı merkeze alarak  düşünmenin olasılıkları üzerine  konuştuk. Sahada şekillenen  sivil toplum çalışmalarının, daha çok bireysel ve içe kapalı bir yöntemle ilerleyen sanat alanıyla nasıl ortaklaştığını ve ayrıştığını Arslantürk’ün kendi deneyimleri üzerinden dinledik.   

 

Bu sayıda; belirli bir sahada, alana özgü olan ya da alan fikrinin sınırlarını aşan düşünme ve üretim pratiklerine odaklanmak istedik. Bu çerçevede ilk aklımıza gelen şeylerden biri CultureCIVIC Kültür Sanat Destek Programı oldu. CultureCIVIC, Türkiye’nin merkezine sıkışmayan ve yerelden ilerleyen bir proje olarak nasıl bir bakış ortaya koydu? 

 

CutureCIVIC büyükşehirlerin ötesine uzanan bir kültür sanat ortamı yaratmak için yereli güçlendirmeyi hedefledi ve bunu uygulamak için de her çağrıda seçilen projelerin üçte ikisinin İstanbul-Ankara-İzmir dışındaki illerden seçilmesi için kotalar ile ilerledi. İlk kurumsal fonunu CultureCIVIC’ten alan kurum ve kişi sayısı toplamı, toplamda desteklenen 200 projenin yarısından fazla. Hem yeni insanlar ve kurumlar var olmaya başladı hem de bu aktörlerin alandaki kapasiteleri arttı. Bu Türkiye’de sivil toplum ve sanat dünyasının aynı kurumlar etrafındaki sıkışmışlığına bir soluk getirdi. Türkiye’nin kültür sanat erişimi daha sınırlı olan illerini de dahil eden dayanışmacı bir kültür sanat ekosistemi yarattı. Ayrıca kültür sanatın merkezi hiyerarşisini de kırmaya yönelik önemli bir adım oldu; merkezin dışında kendi kendine var olmaya çalışan birçok kurum ve kişiye alan açtı. Bunun en büyük örneklerini çağdaş sanat alanında görebilirsiniz; birçok galeri alışılmışın tersine adını hiç duymadıkları sanatçılar ile çalışarak onlara kapılarını açtı. CultureCIVIC’in bütçesel desteğin çok ötesinde, kültür sanat ekosisteminde yereli merkeze yaklaştıran önemli bir araç olduğunu düşünüyorum. 

 

CultureCIVIC, yerel üretime ve yereli düşünmeye dayanarak ilerleyen projelere özellikle destek veriyor gibi görünüyor. Projelerin birçoğu sahadan ya da sahayla hareket ediyor. Bu açıdan CultureCIVIC’in kültür, sanat aktörlerini sahaya inmeye, düşünceyi ve üretimi saha temelli ortaya koymaya teşvik ettiğini düşünüyoruz. Bunu ortaya çıkaran etkenler nelerdi sizin açınızdan?

 

CultureCIVIC, kültür sanat hibe programı olmasının yanında, öncelikle bir sivil toplum projesi. Hak temelli bir perspektifi var; kültürel diyaloğu, toplumsal katılımı, ifade özgürlüğünü, demokratik süreçleri ve ayrımcılığa karşı çoğulculuğu teşvik eden projelere ve bireylere destek sağlıyor. Bunu yapabilmek için de tüm sivil toplum projelerinde olduğu gibi bir sahaya ihtiyacı var. Sınırlı bütçe ve kapasitede gerçekleştirilen tüm projelerde, hedef kitle özelinde düşünüp sahanızı belirlemeniz gerekir. Kültür sanat alanında çalışan kurumlar ve bireyler için bu alışılmış bir çalışma metodolojisi değil; bu yüzden benim de koordinatörlüğünü yürüttüğüm Sanatsal Üretim Fonu ve Kentler Arası Ağ Geliştirme Hibe Programı dahilindeki 61 projede çalışırken en çok zorlandığım ama aynı zamanda en çok katkı koyduğum alan da bu oldu. Proje sahipleri bu detaylarda projelerini en başta şekillendirmemiş olsa da tüm Sanatsal Üretim Fonu projeleri için ortak bir düşünme alanı yaratarak bu detayları sonradan birlikte ekledik. Boşlukları beraber doldurduk, sahayı düşünmediğimiz ya da öngörmediğimiz bir sivil toplum projesi olabileceğini düşünmüyorum. Olsa olsa bu kişinin yalnızca kendi gözlemini içeren bireysel bir üretim alanı olabilir. 

 

Burada saha, kültür sanat aktörleri için yerelle kurulan diyalogta, yerelin dinamikleriyle kişinin algı ve deneyimlerinin kesiştiği bir nokta oluyor aslında. Bu anlamda sizin deneyiminiz nasıldı? Zira CultureCIVIC’te Türkiye’nin farklı şehirlerinden hak temelli birçok projenin koordinatörlüğünü yaparken belki de bu projelerin birçoğunu yerinde görüp değerlendirdiniz. 

 

Bu deneyim benim için de çok öğretici ve ilham verici oldu. Türkiye’nin çeşitli illerinden pek çok sanatçı ve kurumla çalışma fırsatım oldu, onlarla beraber alanı deneyimledim. Birçok projenin hem ortak noktasını hem de farklılıklarını rahatlıkla görebiliyorum. Artı değer de yaratmak özelinde düşündüğünüzde sanatsal üretimin çok daha ötesine uzanan bir etki yaratmaya çalıştık. Bu sosyal etkiyi büyütme amacıyla, her zaman yeni paydaşlar eklemeye çalışarak kolektif bir bilinçle hareket etmeye çalıştık. Ortak toplantılarımız sayesinde projeler birbirini tanıdı, birbirlerinin açmazları ve ihtiyaçlarını dinledi ve bu sayede bir topluluk oluşturduk. Örneğin İlk dönem sanatsal üretim alan üç proje ekibi  Antalya’da kolektif bir sergi yaptı; birçok proje birbirlerini kamusal etkinliklerde destekledi ve ortak panel düzenledi. Şirince Nesin Köyü’nde iki kere düzenlemiş olduğumuz, Eşikte Birlikte Atölyesi’nden de biraz bahsetmekte fayda var. Bir hafta boyunca 40 kişiyi bir araya getirdiğimiz bu atölyeler inanılmaz bir etki alanı yarattı; birbirini her daim desteklemeye hazır kolektif bir ekip oluşturduğumuzu düşünüyorum.

 

Proje süreçlerinde sık sık duyulan şeylerden biri “sosyal etki” konusu. Özellikle sanatsal üretim fonu alanları düşününce, çoğu kez bireysel üretime ve başka türlü bir fayda ilkesine göre çalışan sanatçılar için bu bazen zorlayıcı bir nokta olabilir. Sizce sosyal etki çerçevesinde sanatçıların projeleri nasıl bir deneyim alanına dönüştü? Farklı alandan biri olarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz.

 

CultureCIVIC’ın en temel misyonu bence, isminin de hakkını vermeye çalışarak -kültür sanat alanı ile sivil alanı birleştirerek- sanat yoluyla sosyal etki yaratmak. Sanatsal Üretim Fonu’na başvuru yapan kişilerin çoğunluğu ilk kez bir sivil toplum projesinde yer aldığı için bu perspektifi biraz yadırgadılar. Projelerini bitirenler ve sona gelenler içinse genel gözlemim bu deneyimin zorlayıcı ama aynı zamanda öğretici olduğu. Alışılmadık ve zor bir deneyim olduğunu kabul ediyorum ama diğer taraftan birçok sanatsal üretim projesi sergi yaparken, paralel olarak sergilerinin kamusal programını da oluşturabilir noktaya geldi. Sosyal etki için düşündüğümüzde bunu ilham verici buluyorum. Kültür sanat alanına, sivil toplumun dili ve çalışma prensibini katmak; bu sayede kolektif olmayı öncellemek ve bir yandan sanatın yaratıcı gücünü kullanarak yeni bir alan açmak. 

Sizin ortak çalışma kültüründe multidisipliner bir yaklaşımda olduğunuz söylenebilir. İşletme, felsefe ve sosyoloji alanlarında eğitim almanın yanı sıra aktivist sürecin parçası olduğunuz gıda müşterekleri alanında tez yazdınız. Çocuklarla felsefe, drama alanlarında kolaylaştırıcılık deneyimlerinin yanında; farklı alanların farklı hassasiyetlerinde ekoloji, topluluk temelli, sivil toplum odaklı çalışmalarınız mevcut. Buradan soracak olursak nedir size göre sahayla buluşmak, buradan hareket etmek?

 

Multidisipliner olmayı ve olma çabasını çok kıymetli buluyorum. Sistemin parçalamış olduğu her şeyi ancak bir bütün içinde yeniden anlamlandırabiliriz ve görebiliriz. Krizler dünyasında yaşıyoruz; sanatsal alanda da bunun yansımalarını oldukça görmeye başladık. Sanatın sivil alanla birlikte dönüşümü, üretimi ilham verici; sıkışmışlık hissini biraz olsun ferahlatıyor. Saha aslında içinde olduğumuz bir topluluğun parçası olmak ve parça olma hâlinden hareketle- bütün için bir şey yapma isteğinden geliyor. Ortak çalışma kültürüne de gelirsek, belki de bu bunalımlı halden tek çıkış beraber hareket ettiğimiz, kafa yorduğumuz, düşündüğümüz bir ortak zemin ve üretim alanı yaratmaktan geçiyor.

 

Sanat temelli saha çalışmalarıyla diğer alanların saha çalışma biçimleri arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz? Hangi noktalarda ayrılıyorlar ya da benzeşiyorlar?

 

Aslında saha çalışmaları arasında temelde bir fark olmaması gerekiyor; ancak uygulamada farklar olabiliyor.  Herhangi bir disiplin içinde alan çalışması yaparken sosyolojinin perspektifi ile etik kurallara uyma bilinciyle hareket edilmeli. Bunun için de bir bilgi birikimi gerekiyor; öncelikli olarak eğer çalışmayı düşündüğünüz alanın dışındaysanız, üstenci olmamak ve gerçekten öznenin sesini duymak ve duyurmak ve alanı nesneleştirmemek için kıymetli bir özen gerekiyor. Sonuç itibariyle bir çalışma yaparken bizim saha dediğimiz, aslında hayatın tam da içinde olan insanların yaşam alanı. İnanılmaz bir saygı ve empati çerçevesinde hareket etmek, çok hassas olmak gerekiyor. Burada da sanırım nerede duracağını bilmek ve insani değerler önem arz ediyor. Saha; hayata dokunan, sizi dönüştüren, bilimin çok ötesinde ve kalpten bir şey bence.