Esin Aykanat Avcı

İstanbul’da yaşıyor ve üretiyor.
www.esinaykanatavci.com

Söyleşi: Esra Oskay & Seniha Ünay

Hızlandırılmış Zamanın Yavaş Deneyimi

Esin Aykanat Avcı içeriden dışarıya taşan, izleyiciyle etkileşim halindeki sürece yayılan çalışmalarını laboratuvar ve atölye arasında üretir. Üretiminin temel malzemelerinden biri olan kili sıklıkla eriyen, çözülen ve nihayetinde yığılan yeni bir form, doğa parçası, materyal olarak çalışmalarında kullanır. İnsan elinde biçimlenmiş bu kil formlar usul usul sınırlarını tüketirken zamanın hızlı akışında yavaşlatılmış bir deneyime çağırır bizi. Son dönem çalışmalarında ise hücresizleştirme yöntemi ile canlılığından soyarak sabitlediği yapraklarla insanın doğayı ehlileştirirken evsizleştiren müdahalesini hatırlatmaya devam eder. Avcı ile Çapak’ın “Evcil” teması için zamanın ve tahammülün sınırlarında gezen farklı serilerini konuştuk.

Çalışmalarınızda biçimlendirdiğiniz kili pişirmeden, kendi emeğinizin zamanından vazgeçerek, yosun, metal, su, cam gibi malzemelerle etkileşime sokuyorsunuz ve dolayısıyla bu esnada dağılma, erime, çözülme, parçalanma gibi sürece işaret eden eylemler başrolde oluyor. Bu sürece hızın ve kalıcılığın zamanına karşın uzun uzun çözülen yavaş ve geçici bir zamanın deneyimi olarak bakabilir miyiz?

Bu çalışmaların en önemli amaçlarından biri, bir zaman deneyimi var gerçekten. Çalışmalar izlenirken yavaş ve uzun süren bir çözülme ve değişim süreci algılanıyor, çünkü yaşamımızı sürdürürken alıştığımız tempoda, boyutu ne olursa olsun bir formun yavaş yavaş en küçük parçalarına ayrılarak bir yığına dönüştüğünü sonuna kadar izleyecek vaktimiz ve tahammülümüz yok. Oysaki oluşturduğum bazı formların çözülmesi veya değişimi bir ay ve hatta daha fazla süreye yayılsa da bu formların bazıları yalnızca bir saat içerisinde bir yığına dönüşüyor. İşte bu noktada her ne kadar yavaş gibi algılansa da aslında mimari bir formun veya bir zemin öğesinin kat be kat hızlandırılmış bir değişim süreci izlenmekte. Bu açıdan bakıldığında, bulunduğu ortamda hala yavaş gibi algılanan fakat son derece hızlandırılmış bir zamanın deneyimi de denebilir.

Esin Aykanat Avcı, Küp Gezegenler: 1. Süreç, Geçici Heykel, 2018

“Küp Gezegenler” gibi çözülürken yeni bir yaşam formuna dönüşen çalışmalarınızda bu çözülüp dağılmayı seyretmek için izleyiciden geniş ve boş zamanlar talep ediyorsunuz. Başka bir deyişle izleyiciyi, içine girip çıktığı, sürecin tamamına şahit olabilmek için gündelik rutininin dışında bir zaman aralığı yaratmaya itiyorsunuz. Buradaki süreç ve şahitlik ilişkisinden bahsedebilir misiniz?

Aslında amacım bu zamanı direkt olarak talep etmek değil, kişiye eser karşısında orada ne kadar durabileceğini sorgulatmak. Çünkü yavaş ve monoton denebilecek bir şekilde ilerleyen bir süreci izlemek için zamanın yanı sıra sabır ve dikkat de gerekli. Bir saatte çözülen bir çalışmanın sürecini, karşısında durup baştan sona izleyecek vakti olan bir izleyicinin de o çalışmanın her anına şahit olabileceğini düşünmüyorum. Etraftaki uyaranlar veya beynindeki düşünceler, bir sonraki adımının zihninde dönen planı gibi unsurlar, bazı anları kaçırmasına neden olacaktır ve geriye alamayacağı bir değişim gözlerinin önünde de olsa o fark etmeden gerçekleşecektir. Benim talep ettiğim, bunun farkına varmak olabilir ancak. Günlük yaşantımızı sürdürürken de dikkatimizi ve sabrımızı toplayabildiğimiz kadar ana şahit olabildiğimizi düşünüyorum çünkü… Hatta en dikkatli olduğumuz anlarda bile, bulunduğumuz bir mekânın her köşesinde devam etmekte olan süreçlere tamamıyla şahit olabilmemiz imkânsız. Aynı anda aynı mekânda bulunan kişilerin bile çoğunlukla odaklanıp farkına vardığı şeyler birbirinden farklı. Bu da tıpkı, süreci geri alınamaz şekilde devam eden çalışmalarımın farklı bölümlerine farklı kişilerin kendi algı ve dikkatleri dahilinde şahit olabilmesi gibi…

Esin Aykanat Avcı, Küp Gezegenler: 1. Süreç, Geçici Heykel, 2018

Özenle yapılmış nesneleri kendi akışlarına bırakmak, çamuru pişmek üzere kandırıp sonra onu nesneliğinden azad edip tekrar materyalinin kaderine bırakmak, maddiyatın ve mülkiyetin hallerinden vazgeçmeyi de çağrıştırıyor bize. Biz medeni insanlar evlerimizi böyle kuruyoruz oysaki; biçim vererek, ham olanı ateşe atarak, boşlukları soluk almayana kadar doldurarak. Malzeme kullanımınızdaki bu ters köşe tavrınızdan bahsedebilir misiniz? Gerçekten de sizin çalışmalarınızdaki malzemenin mülkiyet ve maddiyatla kurduğu bir ilişkiden söz edebilir miyiz?

Esin Aykanat Avcı, Küp Gezegenler: 4. Süreç, Geçici Heykel, 2020, İstanbul

“Çamuru pişirmek üzere kandırmak” çok yerinde bir ifade oldu. Benim malzemeyle geçirdiğim sürecin de güzel bir özeti gibi… Çünkü çamuru elime aldığımda, onu şekillendirerek, onunla birlikte bugüne kadar öğrendiğim ve alışılmış bir süreci başlatıyorum fakat dediğiniz gibi bu sürecin vazgeçtiğim noktası, o formun pişirilerek sabitlenip maddiyata ve mülkiyete dönüştüğü nokta oluyor. Aslında ben bunu koleksiyonlardan vazgeçmek olarak tanımladım şimdiye kadar. Çünkü uzun yıllar dayanacak şeylerin koleksiyonu yapılır veya koleksiyonu yapılacak bir şeyin uzun yıllar dayanmasına çalışılır. Oysaki doğayı yalnızca gidip görülebilecek bir yer olmaktan çıkartmak ve onunla birlikte hareket edebilme yeteneğini tekrar kazanmak, bu koleksiyonlara ve kendi yarattığımız kurumlara duyduğumuz ihtiyaç ve bağlılıktan vazgeçmeye, hareket özgürlüğümüzü yeniden kazanmaya dayanıyor. Malzemeyle yarattığım bu süreçler, aslında benim de hala gerçekleştiremediğim bu vazgeçişin bir simülasyonu denebilir. Ruhsal olarak da malzemeyi şekillendirdiğim süre içerisinde hep bir kasılma, zamana karşı yarış ve bir görsel ve estetik kaygı içerisinde oluyorum fakat şekillendirme tamamlandığında biliyorum ki kalan süreç artık tamamen malzemeye ait. Orada gerçekleşen fiziksel çözülme, bana içsel bir çözülme ve rahatlama olarak yansıyor. Belki de tam tersi bu rahatlama duygusunu bana yaşattığı için malzemeyi kendi haline bırakıyorum.

Esin Aykanat Avcı, Küp Gezegenler: 4. Süreç, Geçici Heykel, 2020, İstanbul

“Nehir için Islak Zemin” ve “Orman Zemini” çalışmalarınızda nehrin kendisinden gelen kille pişmemiş fayanslar yaparak, bunları nehir ve ormanda kendi haline bırakıyorsunuz. Bu süreçte zamanla doğadan gelen kil, evine, özüne yani doğaya karışıyor. Burada doğal olan, doğayla nasıl ilişkilendiğini ima ediyor? Buradan hareketle bu çalışmalardaki ilişkiyi ev (doğa) /evcil (kil) üzerinden okuyabilir miyiz?

Aslında daha önceki sorularda bahsedilen süreçlerin hepsinin başlangıcı bu iki çalışmanın da dahil olduğu “Zemin” serisine dayanıyor. Bu seri, insan ve doğa ilişkisi üzerine düşünürken, dört duvar arasında kalarak, doğaya dokunmadan ve onunla iş birliği yapmadan onun hakkında konuşmanın veya onula ilgili iş üretmenin birçok yönden hep eksik kalacağını hissetmemle gelişti. Kil/çamur/toprak, yani elimdeki malzeme aslında bize zemin olan yeryüzünün ta kendisi, bizi dünyaya bağlayan noktanın, zeminin özü… Bunun farkında olarak hareket etmek, beni sonuç odaklı bir çalışma anlayışından çıkartıp malzemenin kendi sürecine uyum sağlamaya yöneltti. Aslında burada gerçekleşen döngüyü, bir insanın doğadan malzemeyi alıp kendi yöntemleriyle işlemesi, fakat bu işleme sürecinde, malzemenin geri dönüşümüne engel olacak herhangi bir uygulama yapmadan elde ettiği formu kendi estetik algısına göre aynı zemine yerleştirmesi ve hayatına kaldığı yerden devam etmesine izin vermesi olarak açıklayabilirim. Bu süreç bir bakıma, doğayla insan arasında adil ve zararsız bir alışverişin hala mümkün olup olmadığını, ütopik de olsa, insanın yaşarken fiziksel olarak tekrar doğayla bir olabilme ihtimalini sorguluyor.

Esin Aykanat Avcı, Nehir İçin Islak Zemin, 1920x1080 HD Video, 5’12”, Newark, Delaware
Esin Aykanat Avcı, Nehir İçin Islak Zemin, 1920x1080 HD Video, 5’12”, Newark, Delaware

Laboratuvarla atölye arasında gidiş gelişler, başka alanlarla kurulan işbirlikleri içinde üretmek, pratiğinizin olağan bir parçası gibi görünüyor. Ilgım Göktürk Başal’la yürüttüğünüz “A laboratory, a kitchen or an art studio”, ya da yaprakları hücresizleştirme yöntemini kullanarak gerçekleştirdiğiniz çalışmalarda doğaya bakışta baskın bir mercek olarak karşımıza çıkan laboratuvar üzerine düşündüğünüzü görüyoruz. Bu işbirliklerinde kendinizi nasıl bir laboratuvarın içinde buldunuz? Bu laboratuvarı kendi pratiğiniz içerisinde nasıl evcilleştirdiniz?

Doğa ve insan ilişkisi üzerinden ilerlerken doğayla iş birliği yapmak nasıl kaçınılmaz olduysa doğayı araştıran bilim dalları da aslında kendiliğinden ve belki de yine kaçınılmaz olarak çalışma sürecime dahil oldu. Yaprakların hücresizleştirilmesi yöntemiyle bir belgeselde tanıştım ve bunun insanlara organ üretmek için yapılıyor olması beni etkiledi. Çünkü hücrelerinden arındırılan bu yaprakların damar yapılarının insan damar yapısına çok benzediğinden ve içerisine kişinin kendi dokusunun enjekte edilmesiyle vücudun da organı reddetme olasılığının ortadan kalkacağından bahsediliyordu. Teknoloji çağı denen bu çağda organ nakilleri için robot organlardan kişiden kişiye yapılan nakillere kadar birçok yöntem geliştirildi ve hepsi de insan vücudu tarafından yüksek oranda reddediliyor. Oysaki çözümün bir yaprağın damar yapısında olması, bana tekrar doğayla olan ilişkimizin aslında ona gerçekten bakmak, onu görmek yönünde değil de onunla sürekli mücadele etmeye çalışmak yönünde olduğunu hatırlattı. Bir yaprağın insanınkine benzeyen damar yapısını sergilemek, insanın da içine bakmak gibi geliyor bana. Bu çalışmaları gerçekleştirebilmek için de bilgilerimin sınırına geldiğim noktada biyokimya alanında çalışan Ilgım Göktürk Başal’dan aldığım yardımla bu sürecin açıklandığı makaledeki prosedürü gerçekleştirmeyi başardık. Tabii ki bu süreçte kullanılması gereken birçok ayrıştırıcı madde var, bunlara okul laboratuvarı sayesinde ulaşabildik. Sonrasında atölyede üretim yapabilmem için aynı özelliğe sahip ve ulaşılabilir maddeler bulana kadar denemelerimizi sürdürdük. Şu anda ben bu solüsyonu kendim oluşturup bu süreci atölyemde güvenli bir şekilde gerçekleştirebiliyorum. Bir sanatçı ve bir bilim insanı olarak gerçekleştirdiğimiz bu iş de iki taraflı fayda sağladığını, hem arkadaşım hem de benim için işimize olan yaklaşımımızda farklı bir bakış açısı geliştirmemizi, bir laboratuvarı atölye, bir atölyeyi laboratuvar olarak deneyimlemeyi ve birbirimizin çalışma disiplinlerinden yeni yöntemler öğrenmemizi sağladığını düşünüyorum.

Sürece yayılan işlerinizi görünür kılmak için sıklıkla dokümantasyona video aracılığıyla başvurduğunuzu görüyoruz. Çalışmalarınızdaki seramik ve video ilişkisinden ve bunun sizin için elzem görülen yanlarından bahseder misiniz?

Video, çalışmalarıma atölyeden çıkıp doğayla iş birliği yapmaya başlamamla birlikte girdi. Tabii bir ormanın ortasında iş üretmeye başlamak, dokümantasyon kaygısını beraberinde getirdi. Orada gerçekleşen sürecin belli bir açıdan, kendi hızında ve kesintisiz izlenmesi sadece video ve fotoğraf aracılığıyla mümkün oldu. İzleyiciyi bu alana davet etmek ve sürece birebir şahitlik etmelerini sağlamak kesinlikle bir seçenekti fakat süreci planladığım açıdan izlemeleri demek, benim gibi çizmeleri giyip suya girmeleri demekti. Sürekli suya girip çıkan insanların olması, suyun akış hızını değiştirecek, sürece insan faktörünü de dahil ederek interaktif bir performansa dönüştürecekti ya da insanları kıyıda, uzakta tutacaktım ve planladığım izleme açısından vazgeçecektim. Bu nedenle bu iki seçenek de istediğim etkiyi yaratmayacaktı. Video kaydı ve düzenli aralıklarla yapılan fotoğraflama, bu konuda benim için en iyi çözüm oldu diyebilirim. Sonrasında bu tekniği iç mekânda da kullanmak, atölyede gerçekleştirdiğim bazı performansları da sonradan izlenebilir kıldı. Video ve fotoğraf, tekrarlanması mümkün olmayan bu süreçleri sonradan izlenebilir kılmak için işlerin bir parçası oldu diyebilirim.

Esin Aykanat Avcı, Hücresizleştirilmiş yapraklar kullanılarak yapılan kurgulardan ayrıntı, 2022
Esin Aykanat Avcı, Hücresizleştirilmiş yapraklar kullanılarak yapılan kurgulardan ayrıntı, 2022

Bu söyleşide yer alan tüm fotoğraflar, sanatçının arşivinden izniyle kullanılmıştır.