Çeviri: Esra OSKAY
Neredeyse iki hafta boyunca -24 Şubat ile 10 Mart arasında- ben, otuz kişi ve altı kedi Irpin’in yakınlarında idari bir yerleşim birimi olan, yani Kiev’in banliyösünde bir banliyö olan Vorzel’de Kiev-Mohyla Akademisi’nin yurdunda yaşıyorduk. Bina sakinlerinin çoğu, Rus-Ukrayna savaşının ilk birkaç gününde buradan taşınmıştı; ben ise, bir zamanlar sağlık merkezleriyle ünlü olan sessiz, sakin Vorzel’in güvenli bir sığınak olacağına inananlardandım. Haksız çıktım, hem de oldukça çarpıcı bir şekilde. Çok kısa zamanda yakınlardaki Bucha ve Hostomel ağır çarpışmaların arenası haline geldi. Kiev’e giden tek yol buralardan geçiyordu. Yaklaşık olarak dördüncü gün, bütün irtibatımızın kesildiğini fark ettik. Haftanın sonuna doğru kendimizi işgal altında bulduk.
Savaşın Kademeleri
Görünüşe göre savaş, farklı tonlar ve kademelerde geliyor. Haberlerdeki askeri çatışmalarla ilgili yazıları okurken uyuyakalıyorsunuz, ertesi gün uzaktaki patlamaları duyuyorsunuz, ilk kez pencere camlarının sallandığını hissediyorsunuz, son yedi yıldır ev dediğiniz yerin istilacılarla çevrili olduğunu fark ediyorsunuz, odanın penceresinden düşman tanklarının konvoyunu görüyorsunuz ve nihayetinde havan bombardımanı altında buluyorsunuz kendinizi. Bunların hepsi savaş. Kıyaslamalar ve dilin karşılaştırma ölçütleri birbirine karışıyor, bir zamanlar dönüm noktası gibi görünen şeyler rutin hale geliyor. Top ateşi altında uyuyabilir, top ateşi altında okuyabilir, top ateşi altında ev işleri yapabilirsiniz.
Açık konuşmak gerekirse, ilk başta otuz değil yirmi sekiz kişi vardı (…) Öğrenciler, doktora adayları, Donbass’tan mülteciler. Tecritimizin sekizinci gününde, öğleden sonra, binamızın çitlerinin önünde aniden bir araba belirdi. Dört kişi dışarı fırladı ve biz onların yardıma ihtiyacı olan siviller olduğunu anlayana kadar birkaç dakikayı caddede ileri geri koşturarak geçirdiler. Sonrasında bizimle kaldılar. Anlattıkları hikâye şöyleydi: üç kadın ve yaşlı bir adamdan oluşan dört kişilik bir aile, düşman hattını “kırmayı” denemek için sakin olduğuna inandıkları günü seçmeden önce evlerinin bodrumunda bir hafta geçirdiler. Bir kavşakta, kasaba sınırından yaklaşık dört yüz metre uzakta, arabaya ateş yağdıran Rus askerlerinin konvoyunu gördüler. Birkaç mermi ön camı deldi ve sürücünün yüzünde hafif bir çizik bıraktı. Mucizevi bir şekilde kimse ölmedi veya yaralanmadı.
Cindy ve Yasya adında iki kedileri vardı. Sevimli beyaz bir kedi yavrusu ve alacakaranlık yıllarında, felç geçirmiş bir Viking’in çelik gibi gözleriyle kavgacı bir Cornish Rex: tek erkek kedimizi ve yazarımızı dehşete düşüren bir yaratık.
Görünüşe göre hayvanlar yıldırım hızıyla adapte olmuşlardı. Birkaç gün içinde iki dişi kedim de taarruzlar başlar başlamaz yatağın altına sürünerek girmeyi öğrendi. Tam tersine, daha sonra yakınlarda meydana gelenlere patlamalara bile aldırmadılar ve top ateşine rağmen yemeye, uyumaya veya kendilerini temizlemeye devam ettiler. Tıpkı insanlar gibi. İlk başta hemen hemen herkes top ateşinin ilk yankıları içinde sözde sığınağa doğru zemin kata koştuysa da birkaç gün içinde birçok kişi hava kuvvetleri karanlıkta bir yerde işini yaparken, Kiev yönünde çamur turuncusu bir parıltıyla gökyüzü çiçek açsa bile geceleri odalarında uyumayı tercih etti. Çatışma sesleri kesildiğinde, “pryl’oty”u, isabet eden ateşleri saymak için dışarı çıktık. Toplamda dört havan mermisi -bana öyle söylendiğine göre- binamıza düşmüştü. En yakın olanı, odamdan yaklaşık otuz metre uzaktaki çit direğine çarpmıştı. Bu bize yarım düzine kırık cama mal olmuştu. Savaş zamanı kriterlerine göre “şanslı” sayılırdık. Yakındaki birkaç ev doğrudan isabet aldı ve için için yanan harabelere dönüştü. O sırada içeride birilerinin olup olmadığını bilmiyoruz.
Kitap Rafındaki Topluluklar; Bombardıman Altındaki Topluluklar
Elektrik ve su üçüncü gün kesildi. Okuma yeteneğim dördüncü gün geri geldi. Geceleri ışığa – hatta mum ışığına bile- izin verilmiyordu, böylece biyolojik saatlerimiz sonunda güneş saati ile senkronize oldu: şafakta kalkıyor, akşam karanlık çöktükten hemen sonra uyuyorduk. Yemek pişirmek için odun, içme suyu elde etmek için kuyuları kullanıyorduk.
Savaşın başlaması ile tahliye arasındaki on beş gün boyunca “Vanuatu’da toplumsal cinsiyetin inşası” hakkında bir monografi bitirdim. Üç yüz sevgiliden oluşan yenilmez antik Yunan askeri birliği “Kutsal Grup”un tarihine adanmış popüler bir eseri ve nörobiyolojik laboratuvarın yaşamı üzerine birkaç yüz sayfalık klasik bir sosyolojik araştırmayı yalayıp yuttum; ama Vorzel deneyimim için en verimli yan karakter, solcu sosyal teorisyen David Graeber’in “Anarşist Antropolojinin Parçaları” çalışması oldu.
Graeber’in kitabı tam teşekküllü bir kavramsal yorumdan çok bir manifesto niteliğinde: Prickly Paradigm Press baskısı yüz sayfadan sadece biraz fazla (Bu son ayrıntının sistematik olarak atlanması nedeniyle bu satırların yazarı tecrit yoldaşlarının gerçek hayranlığını kazanmayı başarmıştır: “Hepsini sadece iki günde mi okudun?”) Graeber, antropoloji tarihinin anarşist bir revizyonunu üstleniyor ve Radcliffe-Brown, Mauss, Clastres gibi antropoloji klasiklerinden kaçının komüniter dünya görüşlerini ve bunun ahlaki pusulalarını barındırdığını hatırlatıyor. Etnografik arşivi, insan topluluğunun hiyerarşik olmayan hatta hiyerarşi karşıtı düzenlemelerindeki deneyimlerinin ve sosyal deneylerin bir hazinesi olarak sunuyor. Sonlara doğru Fragments, eşitlikçi toplulukların -Seattle’daki küreselleşme karşıtları, Latin Amerika’daki Zapatistler, Madagaskar köylüleri gibi- spontane yaratıcı dürtülerinin bir müdafaasına dönüşüyor. Yazar, bu güçlerin zorlama ve ayrımcılık toplumlarına bir alternatif sunabileceğini iddia ediyor; biz bunları konuşurken daha özgür, daha adil, daha ütopik -Graeber bu kelimeden çekinmiyor- gelecek onların ateşinde filizleniyor.
“Fragments” i okuduğum sırada küçük grubumuz yurt sakinlerinin bıraktığı yiyecekleri toplayıp bir komünite mutfağı organize etti. Görevler oylama yapılmadan, çizelgeler çizilmeden ya da tüzükler düzenlenmeden organik olarak bölündü. İnsanlar halledebilecekleri şeylerin sorumluluklarını sessizce üstlendiler. Bazıları güneş doğmadan önce ateş yakmak ve çay için su ısıtmak için uyandı. Bazıları yemek pişirdi. Diğerleri sığınağı temizledi. En beceriksiz ve en az adapte olanlar bile doldurabilecekleri roller buldular, su taşıdılar mesela. Her tuhaf hobi, birinin biyografisinin yüzeyindeki her çentik faydalı oldu. Arkeologlar, vahşi yaşamda zengin deneyime sahip insanlar, ateşle ilgilendiler. Donbass’tan gelen mülteciler bombardıman sırasında yerde nasıl doğru pozisyonu almamız gerektiğini öğretti bize. Kolektif bir yoga dersi yapma planları defalarca tartışıldı -ne de olsa aramızda profesyonel bir yoga eğitmenimiz vardı- ama tembellikte fikir birliği sağlamamız nedeniyle bu asla gerçekleşmedi. Öyleyse Graeber haklı mı? Geç kapitalizmin baskıcı kabuğu altında eşitler toplumunun kumsalı mı var? Hayır. Tam olarak değil.
Yavaş yavaş, herkesin aradığı şeyi bulamadığı ortaya çıktı. Birkaç kişi -kuşkusuz bir azınlık; ancak istatistiksel olarak anlamlı bir kısım- herhangi bir rol seçmedi ve görünüşe göre bunu hiç dert etmedi. Ayrıca, aktif olarak angaje olanlar arasında bile, ortak amaç için harcanan çabanın ölçüsü çok değişkendi. Bu konuda haksız çıkmaktan memnuniyet duyarım, ancak ortaya çıkan eşitsizlikler uzun vadede muhtemelen çatışmalara yol açacaktı. Dahası, topluluk içindeki sorumluluklar, savaş öncesi yaşamdan miras kalan hatlar boyunca bölünmüştü. En çok da toplumsal cinsiyetin hatlarıyla. Her iki cinsiyet de yemeğin hazırlanmasına eşit olarak katılsa da bulaşıkları hemen hemen her zaman kızlar ve kadınlar yıkadı ve dikkatinizi çekerim, bunlar, ülkenin en iyi üniversitelerinden birinin “ilerici” öğrencileriydi.
İlçede de benzer şeyler yaşanıyordu. Bir taraftan Vorzel ahalisi iş birliği yapıyor ve kendi kendine organize oluyordu. İnsanlar yerel kadın doğum hastanesine yiyecek ve giyecek götürdü, bombardıman altındaki civarda yaşayan topluluklarla bilgi ve malzeme paylaştı. Öte yandan, yaylım ateşinin başlamasından çok önce, alkollü içki meraklılarının yerel diasporası, iki alkol dükkânına zorla girdi. Diğer taraftan, kasabanın kozmetik mağazasının çalışanı (veya belki de müdürü), dış dünyayla bağlantı tamamıyla kesildiğinde dükkânını insanlara açmayı reddetmekle kalmadı, nakit para karşılığında – kadın hijyen ürünleri de dahil olmak üzere-ürün satmayı bile reddetti. Bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda, Commons yazı işleri ekibinden dostum Aliona Liasheva’nın savaşın dönüştürdüğü Lviv örneğinde gözlemlediği gibi Rus işgali altında Vorzel de, doğrudan birbirine zıt birkaç sürecin aynı anda ortaya çıkmasına tanık oldu. Görünüşe göre kriz, insanların oldukları ve olabilecekleri en iyiyi ve en kötüyü ortaya çıkarıyor.
Hayatın Tezahürleri
Vorzel’in, Kiev’in ormanları ve banliyölerinin dokusundan yavaş yavaş kesilip çıkarılmasında uğursuz ve sistemli bir şey vardı, canlı bir hayvan üzerinde yapılan anatomi tiyatrosundaki otopsiye benzer bir şey. Enerji kaynaklarımız azaldıkça ve telefonlar çalışmayı reddettikçe, enformasyona giderek daha fazla aç hale geldik, kulaktan dolma bilgilere ve sevdiklerimizden duyduğumuz kırıntılara giderek daha fazla bağımlı hale geldik. Rus işgalinin ikinci gününden sonra, öldürülen sivillerle ilgili hikâyeler ortalıkta dolaşmaya başladı. Demiryolu üzerindeki köprüden kasabayı avlayan keskin nişancı hakkında hikâyeler, Vorzel’in belediye binasındaki işgalcilerin komuta merkezi hakkında hikâyeler… Sonuncusunun doğru olmadığı ortaya çıktı. Geri kalanından hâlâ emin değiliz.
Birbirimize Geç Demir Çağı’nın mezar höyüklerini, bel soğukluğu ve klamidya için laboratuvar analizlerinin doğru şekilde yapılma yollarını, doğum haritası çizmeyi anlattık. Sigara evrensel bir para birimine dönüşürken kâğıt para tüm değerini ve anlamını yitirdi. Kışın ılık günleri geçti ve yerini sıfırın altında sıcaklıklar ve sabah yağan sürpriz kar ile soğuk bahar aldı. Rus savaş makineleri ve insan bedenleriyle kaplı Bucha’nın grotesk sokakları anlatıldı bize. Sahiplerinden kalan hüzünlü gözleri ile iri güzel köpekler mutfağımıza gelmeye başladı.
İşgal altında yaşam devam ediyor. Tam anlamıyla kesintisiz değilse bile, en azından evcilleştirilmemiş bir şekilde. Tecrit sırasında, sığınağımızda yeni bir çift ortaya çıktı (iki hafta boyunca duş olanağımız olmamasına rağmen). Sokağın aşağısındaki doğum hastanesinde on beş çocuk dünyaya geldi. Bir önceki gün, Vorzel’in tahliyesi çoktan başlamışken, insani yardım koridorunu beklemek için toplanmış ilçe sakinlerinin dağınık kalabalığı içinde tek kelime Ukraynaca konuşmayan, gülümseyen ve makul olmayan bir şekilde mutlu görünen bir Kanadalı ile karşılaştım tesadüfen. Bu adam -yanılmıyorsam David- hükümetinin ve diğer dünya liderlerinin yaklaşmakta olan savaşla ilgili uyarılarına rağmen geçen yılın sonunda Ukrayna’ya gelmişti. Seçiminden pişman değildi. Neden? David (yoksa Stephen miydi?) bana sol elindeki nişan yüzüğünü gösterdi. “Onunla evlenmeye geldim. İki kez teklif ettim, ikisinde de kabul etti. Savaşı duydum, gelmezsem onu bir daha göremeyeceğimi anladım. O bir opera sanatçısı, bilirsin işte!” Stephen (ya da belki de David) ve müstakbel gelini, büyük bir yerel halk grubuyla birlikte Vorzel’in kilisesine sığınıyorlardı. Ruslara rastlarsa tek kelime dahi etmemesini ısrarla tavsiye ettim: “Sağır-dilsizmiş gibi yap, işaret dili kullan.” Elbette, teknik olarak, kendi işaret dilini icat etmesi gerekecekti.
Notlar
Çeviri redaksiyon: Çiğdem Renkligül Guinta
Fotoğraflar: Yazar ve yurttaki komünitenin diğer üyeleri (Çapak’ta yer alan fotoğraflar Commons’daki orijinal halleriyle kullanılmıştır.)
Commons’da yer alan kapak: Olga Onishchuk’un Facebook sayfasında yer alan, savaş sırasında Vorzel’de çıkan yangının fotoğrafı.
Bu yazı ilk olarak Commons’da 21 Mart 2022 tarihinde yayımlanmış, derginin izniyle Çapak’ta Türkçesine yer verilmiştir.