Ben Ross

Nilgün Yüksel

 

Banka genel müdürünün mahallenin köşesindeki kasapla yirmi yıldır süren ilişkisi o sıralar zorlu bir sınavdan geçiyordu. 

Yukarıdaki cümleyi okurken birçoğumuzun zihni bazı kelimelerin altını çizdi. Genel müdür, kasap, ilişki… Eğer bu birçok azınlıktaysa işler yolunda demektir; ama çoğu zaman kelimeler, cümle içindeyken zihnimizde sadece oldukları anlamları ile değil koşullandığımız çağrışımlarıyla yankılanır. Genel müdür ve kasap birer erkek imgesini hatırlatır. Doktorun erkek, hemşirenin kadın olması gibi. Genel müdür ve kasap aynı zamanda toplumsal sınıfları ve statüyü temsil eder. Statü kelimesi ile statükonun benzerliği ne garip değil mi?

Cümleyi biraz daha ayrıntılandırabiliriz. Örneğin genel müdür kadın, kasap erkek olabilir; kasap kadın genel müdür erkek ya da her ikisi de kadın ya da her ikisi de erkek olabilir. Evli, sevgili ya da dost olabilirler. Bu kişiler kadın, erkek, heteroseksüel, gey, doğulu, batılı, genç, yaşlı, zayıf, şişman, hasta, sağlıklı, engelli, güçlü, evlilik, sevgililik, dostluk ilişkisi içinde oluşları ve buna eklenebilecek sonsuz tanımla zihnimizde her seferinde yeniden birer portre çizerler. 

Oysa sadece iki kişinin ilişkisi zorlu bir sınavdan geçmektedir. 

Bedenin görüntüsü ya da kelimelerle anlatımı bizi kadın, erkek, normal, sakat tanımlarına götürebilir; ama Asyalı bir bedeni Avrupalı bir bedenden her zaman ayırmak mümkün müdür? Örneğin gey bir bedenin tanımı var mıdır? Gey bir beden tanınabilir mi? Bedenin tarif ettiği şeyin bizi her koşulda özneye, kimliğe götürmesi mümkün müdür ya da kimlik öznenin öznelliğini tarif edebilir mi?

Felix Gonzalez-Torres’in çok bilinen çalışması “İsimsiz- L.A.’deki Ross’un Portresi” (1991), Queer okuma açısından olabildiğince çok veri sunar.  Özellikle de bedenle özdeşleştirilen cinsiyet, ırk, kimlik, hastalık (ya da sakatlık) kavramlarını baştan dışarıda bırakması hem algıyı dönüştüren hem yorumu çoğaltan bir nitelik kazanır. 

Felix Gonzales-Torres,”İsimsiz- L.A.’deki Ross’un Portresi”, 1991, çeşitli renk ve ambalajlarda orta boy 79 kg şeker, genel boyutlar kurulama göre değişebilir.

Erişim: https://l24.im/dIzjNRt (13.05.2023)

“İsimsiz” üst başlığı ve tanımsız şeker yerleştirmeleri ile bir bedeni temsil eden yapıtın adında portre tanımlamasının yer alması bizi bir yüzleşmeden, sorgulamadan sonra aynı zamanda tekil bir deneyime götüreceğine dair ilk izlenimdir.  Şeker yığını ile karşı karşıya gelme, giderek eriyen bedenin öznelliği ile ilk karşılaşmadır. Ross’un kilosuna denk gelen şeker yığını başlangıçta gösterdiğini açık etmediği gibi herhangi bir bedeni ya da kimliği değil doğrudan Ross’u temsil eder. İzleyiciye Ross’un ölüme yaklaşan portresini gösterir.

Ross’un, eşcinsel erkeklerin veya HIV/AIDS’li kişilerin herhangi bir görselleştirmesinden vazgeçen çalışma, röntgenci bir pozisyon almamıza ve örneğin Ross adında bir kişinin vücudunda hastalık izleri gösterip göstermediğini, göründüğü gibi olup olmadığını sormamıza izin vermiyor. Çaresiz mi rahat mı yoksa sanatçının sevgi dolu partneri mi? (…) Söz konusu olan, tam da görünürlük üretme ediminde, anlamlandırma uzlaşımlarında bir çöküşe izin veren bir görselleştirme sürecidir. Bu yerleştirmede söz diziminin böylesine çöküşünü “soyut drag” olarak sahnelemenin, toplumsal normların performatif tekrarını kesintiye uğratan bir mesafe üretmeyi mümkün kıldığını iddia ediyorum. Muhtemelen tekrar anlam yüklemeden önce (geleneksel) anlamlar geri çekilir.[1]

Bedeni açıkça göstermemek, Ross’u beklentiye karşılık gelecek bilindik imgelerle tanımlamamak aynı zamanda bir mesafeyi işaret eder. İzleyici, ilk bakışta AIDS’ten ölmekte olan bir eşcinsel bireyle karşılaştığının bilgisine sahip değildir. Gördüğü şey, çekici bir şeker yığınıdır. Ötekiyle karşılaşmanın yargısız halidir.

Şeker yığını Kübalı eşcinsel sanatçı Felix Gonzalez-Torres’in sevgilisi Ross’un portresidir. İzleyici, ondan bir parça alıp yiyebilir, cebine koyup hatıra olarak saklayabilir ya da şeker yığınını ve onun diğerlerinin müdahalesi ile eriyişini sadece izleyebilir. Hangi konumu seçerse seçsin yığının karşısındaki izleyici edilgen bir bakışın sahibi değil olan bitene yiyerek, alarak, izleyerek dâhil olan bir katılımcıdır ve her eylem aslında Ross’un bedenine, hastalığına, ölümüne, bizzat Ross’un bir parçasına sahip olmaktır.