Muammalı Hummalı – Tekinsiz Yolda
Sevda Kal Sözer
Dünyaya geldiğimiz ilk gün bulunduğumuz konumla ve içine doğduğumuz kültürel yapıyla koordinatlara sahip oluyoruz ve yaptıklarımızla yerimize, durumumuza yön vererek ilerliyoruz. Öykünün başında seçemediğimiz o koordinatlara ek olarak “oluş”umumuza sağladığımız katkı ile başkalaşıyor ve sanat eserine dönüşüyoruz. “Peki, herkesin yaşamı bir sanat eserine dönüştürülemez mi? Niçin bir tablo ya da ev sanat eseridir de, kendi yaşamımız değil?” (Foucault, 2014:203).
Evimizde ebeveynlerimizin bilgi birikimiyle başlayan eğitimimizin ardından gittiğimiz okullarda; devletin, ülkenin, ekonomik sistemin etkisiyle oluşmuş müfredatlarla eğitim alıyoruz. Üniversiteye gelene kadar dayatılan ortaöğretim konularının muhakemeden, bilimden yoksunluğu ve ezberci yaklaşımı ile sığlaştırılıyoruz. Az sayıda okuma alışkanlığı olan birey bu dönemde özgürce evrilebiliyor. Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre; “devlet kademesinde yüksek ve önemli memuriyet ve durulan yer, mekân, tutulan yer” anlamlarında kullanılan ‘makam’, müzikte icra biçimi ile ilgili olarak kullanılıyor. Aynı şekilde tasavvufta 7 makam/kapı ve budizmdeki 7 çakrayı makamla ilişkilendirebiliriz. Kastedilenin yerine işaret eden bu kelime yaşanılan dönemin yüklediği anlamlarla zenginleşiyor.
İnsanlığın kendi elleriyle oluşturduğu hiyerarşi; sosyal sınıflar, gittikçe artan nüfuslarda iletişim ve güç sahibinin çıkarını belli doktrinlere göre yönlendirse de orkestrayı yönetecek erk sahibi son sözü söylüyor ve yerleri/makamları belirliyor. Yönetilen insan sayısı ve toprağın büyüklüğü ile temsiliyet gücü artıyor. Öyle ki bize sunulan, dikte edilen öğretimle yetinen çoğunluk için “para” anlamına gelen “güç” temsiliyet hakkını da barındıran “makam” ile pratikte olduğundan çok daha heybetli bambaşka bir tanımı zihinlerde alabiliyor. Gittiğiniz bir ülkede; koruma ordusuyla, protokolle ve törenle karşılanmak, ağırlanmak gibi türlü muameleyle egonun büyümesi, ülkenin değil dünyanın en zengini olsanız bile paranızla elde edemeyeceğiniz bir şey ve bu yüzden literatür yeni bir kelimeyi hak ediyor.
Hep söylenegelen Maslow’un temel ihtiyaçlar sıralaması (fizyolojik, güvenlik, sosyalleşme/ait olma/sevgi, saygı/değer görme ve nihayet “kendini gerçekleştirme”) edindiğiniz gücü ‘koruma’ uğruna değişebiliyor. Geçmiş, bugün ve gelecek çizgisinde, biyolojide memeli hayvanlar sınıfında yer alan “insan” sadeleştirilen bir kesir gibi aza indiğinde, düşünen varlık olması ile utandığı kadar övüneceği iki zıtlıkla yüzleşiyor. Diyalektik materyalizmde karşıtların karşılıklı iç içe geçmesi yasasının belki de en güzel örneğini bulduğu bu sadeleştirme işlemi; iyi-kötü, yaşam-ölüm gibi basit gerçekliklerden ego-hiçlik ile sınanıyor. Kapitalizm, sosyalizm, komünizm, liberalizm ve nicesi gibi türlü ekonomik sistem bölüşüm/güç dengelerini farklı dağıtsa da evrimsel bir iç güdü ile varlığını sürdürme derdindeki insan, “makam” ile kendi yarattığı gerçeklikte yeni koordinatlarla büyük kitlelerin sesi oluyor.
Belli ki herkes için aynı anda “tamam” diyecek tek bir ekonomik sistemin var olmaması, müdahale gücü olmayan çoğunluğun yani proletaryanın asgarideki çekirdeğini yönlendirecek makro değil ama mikro çözümlere odaklanması gereğini doğuruyor. Her zıtlık karşısındakine yol açarken kendi sesimizi mümkün olan biricikliğimizin gücünde koordinatları ve makamımızı yaratmaya yöneliyoruz. Öyle bir teklik ki gereken Moliere’in pintisi gibi kuruş parasını ya da hakkını/oyunu kaptırmamalı.
Tasavvufta; “İnsanoğlunun kalbinde yedi budağı olan bir hevâ (nefsin dünyevi istek ve arzuları) ağacı vardır. Bu budakların her biri bir tarafa yönelmiş durumdadır. Biri göze, biri dile, biri kalbe, biri nefse, biri halka, biri dünyaya ve biri de âhirete bakar” (Sofyalı Bali Efendi, 2013:36). Bu şekilde şehvet, dedikodu, düşmanlık, haram, riyakarlık, pişmanlık gibi duyguların yaşanmasına gerek kalmadan kendini eğitme/terbiye etme kendi “makam”ımızı yaratmada yöntem olabiliyor. Entelektüel dünyanın fazlasıyla emek istemesi ve zincirleme düşünsel sorunları/düşünceleri önümüze getirmesi her seferinde şaşırtan ego X hiçlik noktasında yepyeni yelpazeler açıyor.
Evinize adım attığınızda kendi güvenli alanınız eskittiğiniz koltuğunuz, okul servisinde düzenli oturduğunuz cam kenarı, işinizde kahve kupanız, bir köpeğin kokusunu bırakmak istediği sağa sola damlattığı idrarı gibi güvenli alanlar, koordinatlar, makamlar yaratmaz mı ya da uzmanlığımız olan her ne ise güvenli gördüğümüz alanlar yaratma peşinde değil miyiz? Ego, sözü geçen olsun istemez mi?
Evrimsel olarak çok basit bir gerçeğe dayandırılabilecek “hayatta kalma” içgüdüsü, modern insanlarda yerini, durumunu belirleme, şahsiyetini açık edecek evler, odalar yaratma tutkusuna dönüşmüş olamaz mı? Bir sanat yapıtı ile ifade etmede her ne kadar “tekinsizlik” üretimi karşı duruş için desteklese de eğer satıyorsa ya da kabul görmüş gibiyse aynı çizgide üretime bir çok “sanatçı”yı (tırnak içinde) sürüklemiyor mu? Bir tavuğun kuluçkada kalçasını oturtup en iyi ortamı hazırlaması!
İnsanlığın hayvanlar aleminden farkını ortaya koyan düşünsel yönelimi ancak güvenli -risksiz- uyumlu gibi nev-i şahsına münhasırlığı engelleyen faktörlere açtığı savaş ile biricikleşebiliyor. “Kitlelerin bir parçası olmak istemeyen insanoğlunun yapması gereken tek şey, içinde olduğu rahatlığa son vermektir; ona şöyle seslenen vicdanının sesine kulak versin: ‘kendin ol! Şu anda yaptıklarının düşündüklerinin, istediklerinin hiçbiri değilsin’ ” (Nietzsche, 2003:10).
Konfor alanımızdan çıkmayı göze alabildiğimiz oranda özgürleştiğimiz, Judith Bardwick tarafından 1991 tarihli “Konfor Bölgesindeki Tehlike” adlı çalışmasında ortaya atıldı. Bardwick’e göre: “Konfor bölgesi, kişinin kaygısız bir durumda çalıştığı, genellikle risk duygusu olmadan sabit bir performans düzeyi sağlamak için sınırlı sayıda davranış kullandığı davranışsal bir durumdur”. Her günkü rutininde ters giden bir şey yoksa ve rahatın daha ‘rahat’ı için uğraş peşinde ise insan, düşünen varlık olmasına paralel “değişim” gerekir. Hep aynı resmi yapıyorsak, giydiğimiz kazak tam benlik ise içeceğim tam ayarında ya da yazdığım yazı üslubunda olmuşsa; işe giderken yolu ezberlemiş isem gezdiğim sergi ‘tamam’ dedirtmişse “durup düşünmeli, kurcalamalı, harekete, yeniliğe, tekinsizliğe adım atmalı”.
Kaynakça
Sofyalı Bali Efendi, 7 Makam 7 Nefs, Hayykitap, 2013
Nietzsche, Eğitimci Olarak Schopenhauer, Say Yayınları, 2003
Judith Bardwick, Danger in the Comfort Zone, 1991 (https://positivepsychology.com/comfort-zone/ )
Foucault, Özne ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, 2014