Birinci Tekil Şahsın Mesafesinde İmge

 

Söyleşi: Esra Oskay & Seniha Ünay

 

Havva Altun’la yaptığımız söyleşi odağına 2022 yılında KA Atölye’de gerçekleşen sergisi “Satürnüs”ü alarak Altun’un sanat pratiğindeki  temel konulara odaklanıyor. Söyleşi “kendine mesafe alarak” ötekine bakmaya, sanatçının üretimlerinde gerçeğin metaforlarına, politikanın sınırlılıkları içerisinde imgenin olanaklarına  dair ipuçları veriyor.

 

İnsana atfedilen o biricik! akıldan uzaklaşmaların emarelerini taşıyan “Anne Ben Aptalım” serginiz, yine aklın yolundan çıkma anlamına gelen delirium kavramından hareketle gerçekleştirdiğiniz “Delirium” serginiz ve öteki ile yaşayabilmenin dinamiklerini vurgulayan “Öptüm, Annen” serginizde konumlandığınız yerden, akılla hesaplaşan bu şahıstan bahsedebilir misiniz?

 

Akılla hesaplaşan şahıs ifadesinin yüzümde yarattığı tebessümümle cevap vermek isterim. İlk sergim olan “Öptüm Annen”e (2013) -adını çok severim, bir mektubu bitirme cümlesi gibiydi -şimdi baktığımda kendi imge sözlüğümü oluşturan çokça imgenin o zamandan geldiğini görebiliyorum. Acemice bulduğum çok yönü olsa da bu anlamda kıymetli buluyorum.

 

Sonra hemen arkasından 2014 yılında ikinci sergim olan “Mutter, ich bin dumm / Anne, Ben Aptalım”ı açtım. Sergi, Nietzsche‘nin o çok bilinen sahibi tarafından dövülen bir atın boynuna sarıldığı ve zihinsel bir çöküşe yol aldığı ve bir zaman sonra konuşmayı bırakmadan evvel söylediği rivayet edilen son sözler olan “Mutter, ich bin dumm / Anne, ben aptalım” cümlesinin etrafında geziniyordu. Tüm büyük laflardan ve akıldan vazgeçişle birlikte gelen zihinsel çöküş ve sonrasında artık sonucu belli olmayan bir yeni duruma doğru gidiş olarak okudum bunu. Ancak sergide bu söylediklerim sadece serginin atmosferini yaratan şeylerdi. Yoksa ne bir Nietzsche göndermesi ne de imgesi içeriyordu sergi. Sanatın da sanıldığı kadar dolaysız bir ekspresyon içerdiği kanaatinde değilim. Evet bir duygulanım yaşıyorum ama o duygulanımın ilk akla getireceği imgelerle eser üretmemeye çalışıyorum. Dolaylı, ne yaptığını hem bilen hem de emin olmayan bir aktarımı arıyorum. 

 

2015 yılında üçüncü sergim olan “Delirium”u açtım. Bu sergide özellikle mekânı kavrama göre şekillendirmek istedim, siyah kelebekler bütün mekâna yayılmışlardı. Bir önceki serginin kavramsal yapısına oldukça yakın dursa da bu sergide ana motif kelebeğin yanı sıra evrenin izleri olarak tanımlanabilen “karıncalanma” olmuştu. Bunu özellikle heykellerimde görselleştirmeye çalıştım. 

 

Sonuç olarak sanatı entelektüel bir etkinlik olarak gördüğüm kadar entelektüel bir katılığa düşmemeye de özen gösteriyorum. Daha doğrusu gösteriyor muyum, emin değilim; böyleyim.  Son sergim “Satürnüs” ise daha karanlık bir vizyona sahip. Bu sergide  yer alan bazı çalışmalar 8. Çanakkale Bienali’nde de yer aldı.

 

 

Sol: Havva Altun, “Satürnüs: Her Yeni Gün ve Gün, versiyon II”, 115 x 75 cm, kağıt üzerine suluboya, 2022

Sağ: Havva Altun, “Satürnüs: Garibanlık Üzerine”,115 x 75 cm, kağıt üzerine suluboya, 2022

 

Çalışmalarınızın sıklıkla zamansız ve mekânsız insan ve hayvan imgelerinden oluştuğu söylenebilir. Burada malzemenin içeriği şekillendiren, kavramları pekiştiren bir olasılıklar denizi olduğu da aşikar, çalışmalarınızdaki malzeme ile kurduğunuz ilişkiden bahsedebilir misiniz?

 

Bu çok önem verdiğim bir ilişki. Aslında sanatın da temel meselelerinden biri olan biçim-içerik ilişkisinin çetrefilli doğasıyla alakalı. Figüratif resim-heykel yapan biri olarak içeriği, sadece imaja yüklememeye çalışıyorum. İmajın hangi malzemeyle, teknikle, biçimle, boyutla yer alacağı temel meselelerimden. Bu basitçe hayata bakış açınızın tezahürü hatta belki politika. Politikayı insan eyleminin en küçük parçasından bile ayıramayacağımızı düşünüyorum. unun hem imge yaratmayı hem de imgenin hangi teknikte ve o teknikte ne kadar ileri giderek ele alınacağınıbile etkilediği inancını taşıyorum. Bu da malzeme seçimi, teknik, çerçeve gibi her fiziksel alana müdahale gerektiriyor.

 

Havva Altun, “Satürnüs: Asri Zamanlar, iptidai Durumlar”, 115 x 75 cm, kağıt üzerine suluboya, 2022

 

Bu sayının teması özelinde 2022 yılında Galeri KA’da gerçekleşen, adını mitolojide çocuklarını yiyen Tanrı Satürnüs’ten alan “Saturnus/Satürnüs” serginize odaklanmayı planlıyoruz. Satürnüs’ü dünya ve özellikle Türkiye hakkında bir metafor olarak kullanmıştınız. Sergi, çocuk yaşta yok edilenler, öldürülenler, görmezden gelinenleri mesele ediyordu. Bir nevi başkası adına konuşmanın olanaklarını test ediyormuşsunuz gibiydi.  Birinci tekil şahıs, başkalarının adına nasıl konuşur?

 

Birinci tekil şahıs başkaları adına sanat yoluyla konuşurken mesafe almazsa çok zorlanır. Kendime bile mesafe alarak -ne kadar olursa-  resim yapmaya çalışırım. İnsan hakları hatta insan hayatı konusunda problemleri olan bir ülkede yaşıyoruz. Sanatçı, karakterini bunların dışında nasıl var eder bilmiyorum. Satürnüs’te konuyu bende yarattığı ağırlığı sadece işaret eden ve duygulanım yaşayan, sizin tabirinizle birinci tekil şahıs gibi aktarmamaya çalıştım. Kendine mesafe alan birinci tekil şahıs gibi olmayı tercih ettim. İmgelerin biçimsel yapılarında denemeler yaparak çözmeye çalıştım bunu. Ben resim yaptığımı unutmadan resim yaparım. Bunun dili de kendine özgü. 

 

Havva Altun, “Satürnüs: Tabiri Caizler”, 50 x 35 cm, kağıt üzerine suluboya, 2020

 

Başkasının acısına bakmak, bunu dile dökmek, onun adına konuşmak şüphesiz ki çok çetrefilli ve tartışmalı. İfadenin sınırlarını zorlayanı ifade etmeye çalışmak, üretimlerinizde nasıl refleksler ortaya koydu? 

 

Aslında biraz önce imgeyi, imgenin biçimsel özelliklerini oluştururken takındığım tavrı anlatırken biraz bahsettim sanırım bundan. Biçim ve biçimi nasıl aktardığım, içeriği taşıyıp taşımaması vesaire çok önemli benim için. Mesela Satürnüs’te siyah beyaz suluboya çalışmalar yer aldı. İmgeyi aktarırken teknik açıdan belli bir aralıkta kalmaya çalışarak imgeye mesafe aldım. İçeriğe göre imgeyi, su lekesinden hallice ele alabildiğim gibi özellikle sanat tarihine referans veren çalışmalarda sonuna kadar zorladım. Bu biçimsel farklar anlamı da değiştiriyor. Olması gerekeni sezmeye çalışıyorum. 

 

Havva Altun, “Satürnüs: Bir Ankara Peyzajı”, 50 x 35 cm, kağıt üzerine suluboya, 2020

 

Yaşam tüm duygulanışlarımızın toplamıdır, aynı anda olur biter-bitmez. Bu yüzden üst üste binen, titreyen, bulanıklaşan görüntüler kadar keskin, belirgin imgeler de kullandım. Ben biçimsel olarak kaldığım aralık sayesinde içerik ile de mesafe ortaya koyuyorum. Kimsenin acısını onun gibi yaşayamam, kimse hayatının sonunun trajikliğiyle de özetlenemez. Kısa- uzun, bir hayatları vardı. 

 

Satürnüs’deki çalışmaların kurgusuna sanat tarihine ve mitolojiye yaslanan referanslarla yaklaşıyorsunuz. Bu güncel olanın şimdiki zamanına  tarihsel bir katman oluşturuyor sanki. Bu, yaklaşılması zor olana yeniden mesafelenmenin bir yolu olabilir mi? Buradaki tercihlerinizin nedenlerinden bahsedebilir misiniz?

 

Bu tarihsel katman hem biçimi yönlendiriyor hem de kurulmasını istemediğim direkt ilişkileri engelliyor. Sergideki diğer birçok çalışmada da bu katmanları biçimsel olarak da gösteren transparan üst üste boyamalar yer alıyordu.  Sanat tarihinden örnekleri seçerken de aslında biçimsel olarak kağıt katmanı görüntüleriyle içeriği de oluşturmayı hedefledim. Referans aldığım eserler de “trajik” ya da tarih ve mitoloji bilgilerimize dayanarak bir süre sonra trajedinin gerçekleşeceği sahneler içeriyordu. Onları kağıt natürmortlarına çevirdim. Üst üste olan biten bir sürü şey, hem öğrenciliğimden beri reprodüksiyon yapmamıştım, bu da üst üste binen şeylerden, bu da kıymetli. 

 

 

Sol: Havva Altun, “Satürnüs: Natürmort Olarak Caravaggio, İsa’nın Defni”, 70 x 50 cm, kağıt üzerine suluboya, 2022

Sağ: Havva Altun, “Satürnüs: Natürmort Olarak Rubens, Âdem ve Havva’nın Resmi”, 70 x 50 cm, kağıt üzerine suluboya, 2022

 

Sanat tarihindeki “Adli imgeler”i düşündüğümüzde bu çalışmalarda hikayenin anonimleşerek, kanıt olma işlevinden uzaklaşarak faili de kurbanı da silme gibi bir ifadeye dönüştüğünü söyleyebilir miyiz? Bu anlamda bunun riski ve olasılıkları nelerdir?

 

Ben söyleyebiliriz diyemem. Örnek vermeden anlatmak ne kadar zor olsa da vermemek daha doğru. Düşüncelerimiz aslında aynı zamanda duygularımız gibi geliyor bana. Ben yaptığım resimlerdeki imgelerin bir şey zannedilmesini, akıl vermesini, bakın bu kötüdür demesini istemiyorum. Sanatçının böyle bir misyonu olduğunu da düşünmüyorum. Ölmüş-öldürülmüş bir çocuğun imgesine o kadar mesafeli yaklaşmalıyım ki -ve bunu biçimin tüm olanaklarıyla yapmalıyım- o kişinin hayatının sonuyla anılmasının önüne geçmeliyim diye düşünürüm. Ben kahraman yaratmaya ve ölüm biçiminin trajikliğiyle çerçevelemeye çalışmıyorum. Yaşadığım bir sürü duygulanışın biçimlerini arıyorum. Sanatın dilinin konuşma dilinden mümkün olduğunca uzaklaşması gerekiyor. Tüm konuşma boyunca bahsettiğim mesafe de bu boşluk.

 

     

Sol: Havva Altun, “Mise en Abyme Painting with Rubens”, 50 x 35 cm, kağıt üzerine suluboya, 2022

Sağ: Havva Altun, “Kalpten Kalbe Yolların Haritaları III”, 50 x 35 cm, kağıt üzerine suluboya, 2020