Çocuk ve Gençlik Politikası

Büyük Dikkat Dağıtıcı /JAMES BRIDLE [1]

 

Çeviri: Gizem Ünlü

 

Çocuklar için yapılmış televizyon programı Teletubbies/Teletabiler 31 Mart 1997’de İngiliz televizyonlarında gösterime girer girmez tartışmalara yol açtı. Başlangıçta bu tartışma, çok sevilen bir başka çocuk programının yayın akışından çıkarılmasından kaynaklanıyordu. Programın popülaritesi arttıkça, medya da ilgi göstermeye başladı. Ağustos ayına gelindiğinde iki milyon düzenli izleyici kitlesine sahipti; bu, küçük çocuklara yönelik bir program için duyulmamış bir izleyici kitlesiydi.  

[2] 

Teletabiler, göbeklerinde televizyonları ve kafalarından çıkan antenleriyle rengarenk dört canlıdan oluşan bir gruptu: Tinky Winky, Dipsy, Laa-Laa ve Po. Tavşanlar, konuşan trompetler, duyarlı bir elektrik süpürgesi ve güneşte yaşayan bir insan bebeğin ikamet ettiği yeşil bir vadide hobbit benzeri bir kubbede yaşıyorlardı. Teletubbiler her bölümde, Tubby tostlarını yedikleri yemek vakitleri ve yemyeşil kırlardaki gezintileri arasında iki kez, göbek ekranlarında gerçek dünyadaki küçük çocuklar hakkında bir bölüm izliyorlardı. Buraya kadar her şey çok pastoral. 

 

Teletubbiler’i çok sevilen diğer çocuk programlarından ayıran şey, kahramanlarının davranışlarıydı: sözlü iletişim öncesi “goo goo” tarzında konuşuyorlardı. Görünüşte anlamsız ritüellerle meşgullerdi ve programın tüm bölümlerinin yanı sıra kendilerini de tekrar etme konusunda belirgin bir eğilime sahiptiler.  Bu durum, bu tür saçmalıkların küçük çocuklarının gelişimini engelleyeceğinden endişe eden birçok ebeveyni (gerçek şikâyet sayısı muhtemelen magazin basını tarafından çok abartılmış olsa da) rahatsız etti: Bir ebeveyn “Teletabiler sıkıcı ve tekrara dayalı,” diye öfkelendi. “Karakterlerin saçma sapan isimleri var ve tutarlı konuşmuyorlar. ” [3]

 

Aslına bakılırsa dizinin yaratıcılarından biri olan Ian Davenport’un konuşma terapisi geçmişi vardı ve ortağı Anne Wood’un da çocuk televizyonunda uzun bir geçmişi ve bir dizi başarısı vardı. Amaçları, iki ila dört yaş arası çocuklar için hem sıcak ve samimi hem de onları yüksek teknolojiyle etkileşime hazırlayan bir dünya yaratmaktı: televizyonlar da buradan geliyordu. Karakterler, bilinçli olarak tehlikesiz  ve gerçek küçük çocuklardan biraz daha yavaştılar, bu da çocuklarda empati duygusu, Teletabiler’e  katılma  ve yardım etme arzusu yaratıyordu. Aynı şekilde, yetişkinleri çileden çıkaran tekrarlar çocukları mutlu ediyordu. Çocuklar, bir sonraki adımda ne olacağını tahmin edebildikleri için kendilerini güvende hissediyorlardı: bu erken dönem öğrenmenin kritik bir bileşenidir. [4] Programın gerçeküstü, hatta saykodelik yönleri de öğrenciler ve uyuşturucu bağımlıları (iki milyonluk izleyici kitlesinin önemli bir kısmını onlar oluşturuyordu ve bu da medya tarafından programı kötülemek için kullanılan bir başka unsurdu) arasında özel bir takipçi kitlesi oluşturmaya yardımcı oldu.

 

Ancak saçma sapan dil ve rahatsız edici müzikle ilgili şikayetlerin ardında, ebeveynleri ve diğerlerini Teletabiler hakkında en çok rahatsız eden şey, yaptığı şeyi çok iyi yapmasıydı: genellikle konuşma öncesi evredeki küçük çocukların dikkatini çekmek ve bu dikkati de canlı tutmak. Ana renklerin hakim olduğu Cennet’in ışıltısı içinde, daha önce hiçbir programda olmadığı kadar kendilerinden geçiyorlardı. Neredeyse anında programın ritmiyle senkronize oluyor, sloganlarını kapıyor, danslarına katılıyor ve en rahatsız edici olanı, her bölümün sonunda dört kahramanla birlikte aynı anda istekte bulunuyorlardı: “Tekrar! Tekrar! Tekrar!”

 

Çocuk programları, küçük çocukların zihinleri üzerinde bu kadar güçlü bir kontrol uyguluyorsa, en azından eğitici olmaları gerektiğine dair üstü kapalı bir beklenti vardı. Ancak Teletabiler, bu konudaki büyüleyici hakimiyetine rağmen bu ilkeyi ihlal ediyor gibi görünüyordu. Televizyonun ilk çıktığı zamanlarda tam olarak oluşmamış olan bu beklenti, büyük ölçüde 1969 yılında ABD’de çığır açan ve birkaç ay içinde kitlesel bir popülerliğe ulaşan ve kültürel bir fenomen hâline gelen Susam Sokağı dizisinden kaynaklanmaktaydı. (1970 tarihli bir New Yorker karikatüründe, bir polis parktaki bir anne ve kızına yaklaşarak “Bu çocuk neden evde ‘Susam Sokağı’ izlemiyor?” diye sorar). [5]

[6]

 

Anne Wood, Teletabiler’in çıkış fikrini bir rüyada bulmuş olsa da Susam Sokağı bir kavrayış anından ve uzun bir araştırma geliştirme sürecinden ortaya çıkmıştı. 1965 yılında bir sabah, Carnegie Corporation’ın Başkan Yardımcısı Lloyd Morisett oturma odasına girdiğinde üç yaşındaki kızını pijamalarıyla, test modeline [7] dalmış, yerde yatarken buldu. Televizyon kanallarının yayına başlamasına daha yarım saat vardı; ancak ülke genelinde binlerce hatta milyonlarca çocuk izleyecek bir şeyler arıyordu. Morisett, tüm bu ekran süresiyle yararlı bir şeyler yapma fırsatı olduğunu fark etti ve TV Yapımcısı Joan Ganz Cooney’den “Okul Öncesi Eğitimde Televizyonun Potansiyel Kullanım Alanları” hakkında bir rapor hazırlamasını istedi. Cooney, “ülkedeki eğitim merkezlerinin neredeyse yarısında anaokulu bulunmadığını” ancak “evlerde küvet, telefon, elektrikli süpürge, tost makinesi ya da günlük gazeteden daha fazla televizyon bulunduğunu” belirtmişti. Dahası, araştırmacılar televizyonun genç zihinleri cezbetme gücü konusunda hemfikir olmakla birlikte, televizyon programlarının durumundan yakınmaktaydılar: “Evinde küçük yaşta televizyon izleyicisi olan herkes, reklamların çocuklar için ne kadar büyüleyici olduğuna tanıklık edebilir. Ebeveynler, çocuklarının her türlü reklam sloganını ezbere bildiğini, ekrandaki (ve daha da dikkat çekici şekilde başka yerlerdeki) ürün isimlerini okuduğunu ve reklam jingle’larını söylediğini bildirmektedir.[8]Bu reklamların öğrettiği içeriğin ne kadar değerli olduğu elbette ciddi bir sorgulamaya açıktır; ancak bu durum bir noktayı kanıtlamaktadır: geleneksel eğitim açısından bakıldığında çocuklar televizyon izleyerek öğrenebilirler ve öğrenmektedirler.” 

 

Cooney’nin raporunu takiben, sonunda Susam Sokağı’na dönüşecek olan programı geliştirmek ve yapmak üzere Çocuk Televizyon Atölyesi kuruldu.  Harvard’dan iki psikolog, Edward L. Palmer ve Gerald S. Lesser, raporun araştırmasını genişletmek üzere görevlendirildi. Susam Sokağı, çocuk gelişimi uzmanlarıyla gün boyu süren seminerlerde formüle edilen bir müfredata sahip ilk eğitim programı ve sonuçlarına ilişkin kapsamlı araştırmaları finanse eden ilk programdır.

 

Atölyenin en önemli yeniliklerinden biri Palmer’ın “dikkat dağıtıcı” olarak adlandırdığı bir cihazdı. Palmer ve meslektaşları, başlangıçta “kreşlerdeki yoksul çocuklara” yapılan ziyaretlerde ve özel olarak tasarlanmış gözlem laboratuvarlarında Susam Sokağı bölümlerini gösteren bir televizyon kuruyor ve yanına her yedi buçuk saniyede bir yeni bir renkli görüntü gösteren bir slayt projektörü yerleştiriyorlardı. [9] “Hayal edebileceğimiz en çeşitli slayt setine sahiptik,” diyor Palmer. “Kollarını açmış sokakta ilerleyen bir ceset, yüksek bir binanın resmi, su dalgaları arasında yüzen bir yaprak, bir gökkuşağı, bir mikroskop görüntüsü, bir Escher çizimi. Yeni olabilecek her şey, amaç buydu.” Gözlemciler, odanın kenarında oturup bir grup çocuğu gösterilen bölümleri izlerken takip ediyor, yaklaşık bir saat boyunca her altı buçuk saniyede bir neyin onların dikkatlerini çektiğini ve neyin çekmediğini not ediyorlardı.

 

[10]

 

Çocuklarınız şimdi Susam Sokağını yalnızca izlemeyecekler, onunla oynayabilecekler de

 

Tek tek karakterler, kısa skeçler ve hatta tüm bölümler dikkat dağıtıcı sayesinde yaşadı ya da öldü. Yayın aşamasına gelindiğinde, ekip dikkat dağıtıcıya güvenmeyi öğrendikçe ve onun derslerini özümsedikçe, programın dikkat çekme oranı ortalama yüzde 85 ila 90 arasında seyretti ve bazen yüzde 100’e ulaştı. Palmer’a göre dikkat dağıtıcı, ekibin Susam Sokağı’nı hassas şekilde işlenmiş bir eğitim aracına dönüştürmesini sağladı: “Üçüncü ya da dördüncü sezondan sonra, yüzde seksen beşin altında kalan bir bölümümüzün nadir olduğunu söyleyebilirim. Neredeyse hiçbir zaman yüzde elli ile altmış aralığında bir şey görmezdik ve görürsek de düzeltirdik. Darwin’in, en uyumlu olanın hayatta kalmasıyla ilgili sözünü bilirsiniz. En uyumlu olanı belirlemek ve neyin hayatta kalacağına karar vermek için bir mekanizmamız vardı.”

 

Susam Sokağı, Teletabiler’den biraz daha yüksek bir yaş grubuna hitap ediyordu; Muppet’lar çoğunlukla zeki, komik ve son derece konuşkan bir ekipken Teletabiler daha okuma yazma bilmeyen şapşal bir gruptu… (Çok fazla yardıma ihtiyaç duyan, kolayca telaşlanan dört yaşındaki bir çocuktan esinlenerek yaratılmış bir karakter olan Big Bird, estetik ve duygusal açıdan Teletabiler’e en yakın Muppet’tır). Kapsamlı bir gözetim ve veriye dayalı geribildirimi ciddi ve pedagojik bir gündemle birleştiren Susam Sokağı’nın aksine, Teletabiler titiz bir gelişim teorisine dayanmıyordu ve uyarıcı, iyi huylu bir eğlence sunmaktan daha fazlasını amaçlamıyordu.

 

Bununla birlikte, Teletabiler’in bazı yönleri hâlâ ilerici görünüyor. Susam Sokağı 1970’li yıllardaki başlangıcından itibaren Siyah ve Latin kökenli karakterlere yer verirken, doksanlı yıllarda İngiliz çocuk televizyonu hâlen daha az çeşitliliğe sahipti. Teletabiler, tıpkı onları canlandıran saygıdeğer ve görünmez aktörler gibi farklı ırklardan geliyordu. Yapımcılar koyu tenli Dipsy’nin Siyah (“tüylü, korkak Jamaikalı bir bebek” [11]) ve küçük Po’nun Çinli olduğunu belirttiler. Amerikalı televanjelist televizyoncu Jerry Falwell’in Tinky Winky’nin eşcinsel olduğunu iddia etmesi onu dizinin en şiddetli tartışmasının tetikleyicisi yaptı. Falwell, “Eşcinsel pride rengi olan mor renginde ve anteni de eşcinsel pride sembolü olan üçgen şeklinde” diye yazdı. Ayrıca Tinky Winky’nin cinsel sapkınlığın kesin bir işareti olan bir el çantası taşıdığını da belirtti. BBC’nin resmi yanıtı “Tinky Winky sadece sihirli bir çantası olan tatlı, teknolojik bir bebektir” [12] şeklindeydi ancak bu fikir kamu bilincinde yer etti. Çoğunluğun Tinky-Winky’nin yönelimini onaylaması ya da umursamaması, ne kadar önemsiz görünse de değişen zamanların bir işaretiydi.

 

Programla ilgili diğer anılar biraz daha karanlık görünüyor. Hollanda’dan ithal edilen dev tavşanların kalpleri büyümüştü ve setler sırasında sürekli ölüyorlardı. Programın olağanüstü popülerliği programın kuşatma altına alınmasına yol açtı. Bir noktada yapımcılar, oyuncuların kafalarının göründüğü yarı giyinik, kafası kesilmiş Teletabiler fotoğraflarının medyaya sızmasını önlemek için güvenlik görevlileri tutmak ve özel bir soyunma çadırı inşa etmek zorunda kaldılar. Tubbyland üzerinde uçuşa yasak bir bölge oluşturulması konuşuluyordu. [13] Oyuncular tamamen giyindikten sonra neredeyse kör ve sağırdı: talimatların (“sola dön, üç adım ileri yürü”) kulaklıklara iletilmesi gerekiyordu. Karanlıkta ve sıklıkla bunaltıcı sıcakta çalışıyorlardı. [14]

 

Bu son ayrıntı, insan ve makine eylemliliğinin karma sembolü olan Mekanik Türk’ü akla getirmektedir. On sekizinci yüzyılın sonları ve on dokuzuncu yüzyılın başları boyunca Avrupa saraylarını gezmiş, satranç oyununda karşısına çıkan herkesi yenmiş bu ünlü otomat, cübbe ve fes giymiş bir robot tarafından -çok başarılı bir şekilde- yönetiliyordu. Henüz adı konmamış (Avant la lettre) bir Teletabi olan Mekanik Türk, gizemli ve göz alıcı bir teknolojiyi ön plana çıkarırken, içinde, çok daha karmaşık ama bir o kadar da insani olan emeği gizliyordu.

 

Mekanik Türk, 1770 yılında Macar mucit Wolfgang von Kempelen tarafından yapılmış ve Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa’ya sunulmuştu. Seksen yıl boyunca Napoleon Bonaparte ve Benjamin Franklin gibi tanınmış kişilerle maçlar yapan ve kazanan Mekanik Türk izleyicileri şaşırttı, sevindirdi ve kendine hayran bıraktı; ancak 1850’de bir yangında kaybolduktan sonra sırrı ortaya çıktı: birçoğu sarhoş ya da borç batağında olan dünyanın en iyi satranç oyuncuları, tahtanın altındaki ahşap dolaba çömelmişlerdi. Dolabın boş olduğu yanılsamasını vermek için kapılar açıldığında sürgülü bir koltuk bir yandan diğer yana hareket etmelerini sağlarken, küçük bir baca borusu tek bir mumun dumanını yukarı doğru Türk’ün türbanından dışarı iletiyordu.

 

Türk, makinenin içindeki tek gerçek hayaletin simgesi olmaya devam ediyor: insan eylemliliği. Bilişimsel sistemler giderek daha karmaşık hâle geldikçe ve çoğu zaman görünmez bir şekilde gündelik hayatın içine gömüldükçe, opak ve çoğu zaman kafa karıştırıcı dış görünüşün altındaki gerçek aktörleri ve niyetleri ortaya çıkarmak için kabini açma işi giderek daha kritik hâle geliyor.  Operatörü makineden ayırma becerisi, Çocuk Televizyon Atölyesi (Children’s Television Workshop) tarafından özenle hazırlanmış ve Teletabiler tarafından büyüleyici bir şekilde kullanılmış olan tekniklere ne olduğunu ve bugün nasıl kullanıldıklarını anlamak için çok önemli olacaktır.

 

[15]

 

Yapımcı Anne Wood, Teletabiler’in en başından beri teknolojik -ve hatta tekinsiz- olduğunu hatırlatıyor: “Çocukların deneyimlerini onlara geri yansıtmaya çalışıyorduk. Teknolojinin olağanüstü bir hızla geliştiği bir dünyaydı: çocuklar nesnelerin duvarlardan konuştuğu ya da hareket ettiği bir ortamda büyüyorlardı.” Dizinin 2015’te yeniden canlandırılmasında Teletabiler, televizyon sonrası teknolojilere bir selam niteliğinde olan Tubby Phone’u tanıttı. Tubby Phone’un gelişi, doksanlı yılların sonları ve ikibinlerin başlarında ekran dışındaki medya teknolojilerinde meydana gelen; internetin ve onun çeşitli alt cihazlarının olağanüstü düzeyde büyümesi gibi büyük değişime işaret ediyordu. Tubby Phone, tıpkı günümüz akıllı telefonlarında olduğu gibi arama yapmak ve fotoğraf çekmek için kullanılabiliyordu; ancak birincil kullanımı, Tubbytronic Superdome’un etrafında “Ring, ring, ring” nakaratıyla yapılan bir dans / gösteri olan Tubby Phone Dance’i başlatmaktı. 

 

Susam Sokağı ve Teletabiler küçük izleyicilerinin dikkatini çekmek için farklı yöntemler kullanıyordu ama asıl önemli olan dikkatti: bir kez dikkati kazandığınızda onunla her şeyi yapabilirdiniz. Dijital teknolojilerin ortaya çıkışı, dikkate erişimi demokratikleştirdi ve amatörlere, yeni başlayanlara ve köklü şirketlere dikkatin başarılı bir şekilde kazanılması ve elde tutulmasından kâr etme yolları sağladı. Artık hedef kitle Lloyd Morisett’in Cumartesi sabahları oturma odasının zemininde uzanan sıkılmış okul öncesi çocukları değil -potansiyel olarak- her nerede olurlarsa olsunlar ve ne yapmak zorunda olurlarsa olsunlar gezegendeki tüm insanlardı. 

 

1997 yılında, Teletabiler’in dikkat çekici çıkışıyla aynı yıl, Stanford’da psikoloji profesörü olan BJ Fogg, SIGCHI Bilgisayar Sistemlerinde İnsan Faktörleri Konferansı’nda yeni bir konuyu tanıttı. Buna “captology” ya da bilgisayarların ikna edici teknolojiler olarak incelenmesi adını verdi.[16] Bununla, bir kişinin tutum ya da davranışlarını değiştirmek için etkileşimli teknolojinin kullanılmasını kastediyordu ve yeni bilimini gelecekteki araştırmalar için bir dizi farklı alana ve örneğe ayırdı.

 

İkna edici teknoloji örnekleri olarak kalp atış hızı monitörleri ve adım sayaçları (fitness konusundaki davranış ve tutumları değiştirmek için) gibi araçları, eğitsel içerikli video oyunları gibi iletişim araçlarını ve (o zamanlar popüler olan Tamagotchiler gibi elektronik evcil hayvanları) “sosyal aktörleri” gösterdi. Bulduğu örnekler çoğunlukla sağlık ve eğitim alanlarında faaliyet gösterirken, ikna edici bilgisayarların iş güvenliği, çevre sorunları ve finansal yönetim de dahil olmak üzere bir dizi “yaygın sosyal veya kişisel sorunu” ele almak için kullanılabileceğini öngördü.

 

Fogg ayrıca bir uyarıda da bulundu. Captology araştırması güçlü bir etik bileşen gerektirecektir; çünkü ikna edici teknikler, kullanıcılarının çıkarlarını düşünmeyen kişiler tarafından kolaylıkla kullanılabilir. Örneğin, kumarhanelerin kumar makinelerini daha baştan çıkarıcı hâle getirmek ya da şirketlerin çalışan davranışlarını izlemek ve manipüle etmek için captology kullanması olasılığından endişe duyuyordu. Bu tür suistimallere karşı en iyi savunmanın eğitim olduğuna inanıyordu. “Öncelikle, ikna edici bilgisayarlar hakkındaki bilginin artması, insanlara, eğer isterlerse, kendi yaşamlarını iyileştirmek için bu tür teknolojileri benimseme konusunda daha fazla fırsat tanır” diye yazdı. “İkincisi, ikna edici bilgisayarlar hakkında bilgi sahibi olmak, insanların teknolojilerin kendilerini ikna etmek için taktikler kullandığını fark etmelerine yardımcı olur”.

 

Bu amaçlardan ikincisine hizmet etmek üzere Fogg, 2003 yılında “İkna Edici Teknoloji: Düşündüklerimizi ve Yaptıklarımızı Değiştirmek için Bilgisayarları Kullanmak” (Persuasive Technology: Using Computers to Change What We Think and Do) adlı kitabını yayınladı. Kitabın bir bölümünü captoloji etiğine ayırdı ve endişelerini kapsamlı bir şekilde dile getirdi. Bunlar arasında “teknolojinin yeniliği ikna edici niyetini maskeleyebilir”, “bilgisayarlar proaktif olarak ısrarcı olabilir” ve “bilgisayarlar duyguları etkileyebilir ama onlardan etkilenmezler” gibi gözlemler vardı. Bu endişeler, Stanford’da öğrencilerin ikna edici teknolojinin “karanlık tarafını” keşfetmeye ve kullanıcıların rızasını veya özerkliğini ihlal eden uygulamalar geliştirmeye teşvik edildiği özel bir sınıfta tekrarlandığını gördüğü örüntülerden sentezlenmiştir.[17]

 

Bu dersin amacının, öğrencilerin “gelecekteki teknolojinin etkilerini ve etik olmayan uygulamaların nasıl önleneceğini veya etkilerinin nasıl azaltılacağını anlamalarına” yardımcı olmak olduğunu yazdı; ancak etik dersi programın sadece bir parçasıydı: captology’nin gerçek dünyada nasıl uygulanacağını bulmak için çok daha fazla zaman harcandı.

 

2006 yılında Fogg’un birkaç öğrencisi “Send the Sunshine” adlı bir prototip uygulama geliştirdi. Akıllı telefonların dünyanın her yerinde kullanılmaya başlamasından yıllar önce, bir gün mobil cihazların sadece veri göndermek için değil, diğer insanlara duygu göndermek için de kullanılabileceğini tahayyül ettiler. Güzel havanın tadını çıkaran insanların bunu daha kasvetli iklimlerdeki insanlarla bir açıklama veya fotoğraf şeklinde paylaşmalarını sağlayacak bir sistem tasarladılar. Bu, captolojinin parlak tarafının klasik bir örneğidir: dünyanın daha büyük bir kısmını daha iyi, daha mutlu bir yer hâline getirmek için verilerin kişisel davranışları incelikle etkileyecek şekilde kullanılması.

[18]

 

İnsanlar Send the Sunshine’ı hatırlıyor çünkü bu uygulamadaki öğrencilerden biri olan Mike Krieger, bugün dünya çapında bir milyardan fazla kişi tarafından kullanılan Instagram’ı kurdu. Instagram, Fogg’un ilkelerinin önemli bir örneğidir. Kullanıcılar, beğeni ve yorumların sosyal ödülleri aracılığıyla uygulamayı kullanmaya devam etmeye “ikna ediliyor”. Dahası, kullanıcılar her fotoğrafa uygulayabilecekleri incelikli filtre ve efekt seçenekleriyle de destekleniyorlar. Fogg, “Elbette işlevsel bir fayda var: kullanıcı görüntüleri üzerinde kontrol sahibi oluyor” diyordu. “Ancak asıl işlem duygusal: daha bir şey paylaşmadan önce kendinizi bir sanatçı gibi hissediyorsunuz.”[19]

 

Bu yaklaşım işe yaramaya devam etti. Send the Sunshine’ın (her ne kadar ileri görüşlü olsa da bu, aslında bir düşünce deneyi olsa da) geliştirilmesinden bir yıl sonra Fogg yeni bir öğretim aracı denedi. O zamanlar sosyal medyada büyüyen ancak hiçbir şekilde baskın bir güç olmayan Facebook, geliştiricilerin kullanıcılar için oyunlar, oyuncaklar ve yardımcı programlar oluşturmasının bir yolu olan Apps platformunu yeni başlatmıştı ve Fogg bazı fikirlerini gerçek dünyada test etme şansı buldu. 2007 yılında, sınıfındaki yetmiş beş öğrenci, üçer kişilik ekipler hâlinde çalışarak Facebook için uygulamalar yaratmakla görevlendirildi ve en yüksek notlar, captology ilkelerini kullanarak uygulamasına en çok kullanıcı çekenlere verildi. Uygulamaların çoğu son derece basitti; ancak sonuçlar sıradışıydı ve öyle kalmaya da devam ediyor. 

 

Birkaç hafta içinde KissMe adlı bir uygulamanın kullanıcı sayısı bir milyonu geçti. KissMe basit ama etkili bir uygulamaydı: kullanıcıları başka bir kullanıcıya öpücük göndermeye davet ediyor, öpücük de uygulamaya davetiye işlevi görerek uygulamanın kullanıcı sayısını artırıyordu. Bir başka uygulama olan Send Hotness ise hemen arkasından geliyordu: kullanıcıların arkadaşlarının çekiciliğini sıralamasına olanak tanıyor ve bu oylamaya göre ilk ona girenlere davetiye gönderiliyordu. Görünüşe göre iltifat sizi her yere götürür.[20] Dönem sonunda, bu sınıftan çıkan uygulamaların toplam on altı milyondan fazla kullanıcısı vardı ve daha da önemlisi, dijital reklamcılık gibi yeni bir mecra aracılığıyla bir milyon dolardan fazla gerçek gelir elde etmişlerdi.[21] Dikkatin kendisi paraya dönüştürülebilirdi ve captology bunun elde edilmesi için gerekli araç setini sağlıyordu.

 

Bilinen adıyla “Facebook sınıfı”, bir dizi başarılı kariyeri başlattı. Birkaç yıl içinde öğrencilerin önemli bir kısmı Silikon Vadisi’nde multi-milyon hatta milyar dolarlık start-up’ları yönetiyordu. Vadi, sınıfın benimsediği yaklaşımı dikkate aldı: küçük ekipler, hızlı yineleme, zekice hack’lerden hızlı para kazanma arayışı. Captology, teknoloji endüstrisine dalga dalga yayılan bir geri bildirim sürecinde özellikle Facebook’un büyümesinde kilit rol oynadı. Facebook’un uygulamaları -ve daha sonra platformun kendisi- ikna edici teknolojilerin büyük ölçekte çalışmasını sağladı ve ikna edici teknolojiler Facebook’u olduğu şey haline getirdi: dikkatin yakalanması ve elde tutulması için karmaşık bir şekilde tasarlanmış bir makine. Bütün bir endüstri, dikkati çekme ve tutma, bunu yapmak için gerekli araçları keskinleştirme stratejisi etrafında örgütlenmeye başladı.

 

2006 yılında geliştirilen Send the Sunshine projesinin diğer yarısı, Mike Krieger’in Fogg’un sınıfındaki arkadaşı, Tristan Harris adında bir öğrenciydi. Harris, eski sınıf arkadaşından biraz farklı bir yol izledi. Kendi start-up’ı olan Apture adlı arama şirketinin Google tarafından satın alınmasının ardından Harris, kendini dünyanın en büyük ikinci internet şirketinde çalışırken buldu ve gördükleri hiç hoşuna gitmedi. 

 

Harris 2013 yılında, Google’da geçirdiği birkaç yılın ardından “A Call to Minimize Distraction & Respect Users Attention” (Dikkat Dağınıklığını En Aza İndirmek ve Kullanıcıların Dikkatine Saygı Göstermek İçin Bir Çağrı) başlıklı 141 slayttan oluşan bir sunumu şirket içinde dolaşıma soktu.[22] İkna edici bilişimin fırsat ve tehlikeleri konusunda Fogg’dan aldığı derslere açıkça atıfta bulunan Harris, genel olarak Silikon Vadisi’nin, özel olarak da Google, Apple ve Facebook’un, kullanıcılarının zayıflıklarını istismar ederek ciddi zararlara yol açtığını belirtti. Şirketlerin ürünlerini, aralıklı değişken ödül sistemleri gibi yaygın insan bağımlılıklarından yararlanan “dikkat kumarhaneleri” olarak adlandırdı. Bu, kumar makinelerini beslerken, e-posta hesaplarında yenile ikonuna basarken veya haber akışlarını aşağı kaydırırken devreye giren psikolojik güvenlik açığının aynısıydı. Eski Apple yöneticisi Linda Stone’un e-posta okurken nefesini tutma eğilimini tanımlamak için ortaya attığı bir terim olan “e-posta apnesi” de dahil olmak üzere, stres yaratan uygulamalarda zaman geçirmenin zihinsel ve fizyolojik etkilerini özetledi. Böyle bir tepki, savaş ya da kaç yanıtını tetiklemekte, stres seviyelerini yükseltmekte ve karar verme yetisini azaltmaktadır.[23] Harris ayrıca etkileşimleri ve deneyimleri sorunsuz ve “kesintisiz” hale getirme güdüsünün, iyi kararlar vermek ya da özgür iradeyi kullanmak için gerekli olan düşünme ve tefekkür zamanını nasıl ortadan kaldırdığını göstermiştir.

 

Harris’in amacı sadece meslektaşlarını suçlamak değildi. Çalışma şekillerini değiştirebileceklerine gerçekten inandı ve bunu şirket içinde zaten nasıl yaptıklarına dikkat çekti. Google genel merkezindeki bir atıştırmalık barının fotoğrafı, barın her türlü yiyeceği içerecek şekilde tasarlandığını; ancak sağlıksız olduğu düşünülen yiyeceklerin rafların en üstündeki kavanozların içine yerleştirildiğini ve böylece onlara ulaşmanın aşağıdaki daha sağlıklı seçeneklere göre biraz daha zor olduğunu gösteriyordu. Google’ın da aynı tekniği kendi ürünlerine uygulayabileceğini düşündü: Kullanıcıları kandırmak ya da çıkarlarına aykırı eylemlerde bulunmalarını sağlamak yerine, onlara nefes alıp düşünmeleri için zaman tanımak amacıyla sürtünmeyi birazcık arttırmak. “Tarihte daha önce hiç, 3 şirkette çalışan bir avuç tasarımcının (çoğunlukla erkek, beyaz, SF’de yaşayan, 25-35 yaş arası) kararları dünyanın dört bir yanındaki milyonlarca insanın dikkatini nasıl harcadığı üzerinde bu kadar etkili olmamıştı…” diye yazdı. “Bu işi doğru yapmak için muazzam bir sorumluluk hissetmeliyiz.”

 

Harris, Google’ın bu sorunları ele almak adına eşsiz bir konumda olduğuna inanıyordu. Bu sorun, “niş girişimlerin” üstesinden gelemeyeceği bir sorundu ve ancak “milyonlarca insan için standartları belirleyen büyük kurumlar tarafından yukarıdan aşağıya” ele alınabilirdi. Google’ın dünyadaki cep telefonlarının yarısından fazlası için bu standartları belirlediğini ve “her gün insanların hayatında 11 milyardan fazla kesinti gerçekleştirdiğini… (bu çılgınlık!)” belirtti; ancak aynı zamanda -Google’a vurgu yapmadan- “başarılı ürünlerin bu güvenlik açıklarından yararlanarak rekabet ettiğini, bu nedenle başarılarını veya büyümelerini feda etmeden bunları ortadan kaldıramayacaklarını” da belirtti. Kurumsal bir kültürde gerçekten de tamamen kâr güdüsü tarafından şekillendirilmiş ve tamamen hissedar değerinin esiri olmuş bir gezegende, sizce hangi yaklaşımın galip gelmesi muhtemeldir?

 

2018 yılında Google, insanların teknoloji kullanımlarını daha iyi yönetmelerine yardımcı olmak için Android’de yeni bir araç paketi ve kişinin kendi zamanına odaklanması ve teknolojinin fişini daha sık çekmesi için ipuçları içeren wellbeing.google adlı yeni bir web sitesi başlattı. Pek çok haber kaynağı bu yeni yönelimin Harris’in 2013’teki raporundan kaynaklandığını bildirdi.[24] Bu doğru olsa bile şirket bunu kabul etmiyordu. Raporun şirketin üst kademelerine ulaşmasının ardından Harris, Google’ın ilk “tasarım etiği uzmanı” olarak atanmış olmasına rağmen, yöneticileri ürünlerini gerçekten değiştirmeye ikna edemediği için 2016 yılında şirketten ayrıldı. 

 

Dahası, Google’ın yaptığı değişiklikler en güçlü tekniklerinin çoğuna dokunmadı. Harris orijinal sunumunda, gerçekte neler olduğunu göstermek için Google ve diğer şirketlerin ürünlerinin ekran görüntülerini incelikle değiştirerek bir dizi sorumsuz tasarım örneği verdi. Örneklerden biri, Facebook kullanıcılarının bir fotoğraftan etiketlendiklerinde aldıkları bildirimdi: etiketlendiklerini bildiren bir e-posta ve üzerinde “Fotoğrafı gör” ve “Bildirimlere git” yazan iki buton. Kullanıcıları, tasarımcıların onlara gerçekten faydalı bir hizmet sunmadıkları, aksine dikkatlerini çekmeye çalıştıkları konusunda bilgilendirmek için ilk butonun “Önümüzdeki 20 dakikayı FB’de geçirin” şeklinde yeniden yazılmasını önerdi. Bir başka örnek de YouTube’un önerilen videolardan oluşan “Sıradaki” kenar çubuğuydu. Harris bunların başlıklarını, önerilerin sonsuz akışına kapılmanın gerçek etkileriyle değiştirdi: “Gece 2‘ye kadar uyuma”, “Gece 3’e kadar uyuma”, “Yarın sabah kendini hasta hisset”, “Yorgun uyan” ve “Bütün gece YouTube izlediğine pişman ol” gibi.

 

YouTube’un öneri sistemi, Harris’in “beyin sapının dibine doğru bir yarış” olarak adlandırdığı, Silikon Vadisi şirketlerinin insan dikkatini kaynağında ele geçirme çabalarının en korkunç örneklerinden biri sayılıyor. Google’ın isteğe bağlı video hizmetinin bu önemli bileşeni yıllar içinde, basit bir anahtar kelime ilişkilendiricisinden, sofistike, yapay zekâ güdümlü bir analizci, sınıflandırıcı, bağlayıcı ve hatta içerik komiserine dönüştü.

 

Bu sistem ne kadar güce sahip ve bu güce sahip olmak ne anlama geliyor? YouTube’un her ay iki milyar aktif kullanıcısı var; bu sayı diğer tüm sosyal medya platformlarından veya isteğe bağlı video platformlarından daha fazla.[25] Bu kullanıcılar toplu olarak milyarlarca video izliyor ve bu videoların yüzde 70’i YouTube’un öneri motoru tarafından seçiliyor. YouTube’da izlenenler büyük ölçüde Google’ın ince eleyip sık dokuyan ikna sistemi tarafından yönlendiriliyor.[26] Açıkça söylemek gerekirse: Çoğu insanın ne izleyeceğine YouTube karar veriyor. Dahası, YouTube insanların ne izlediğini bildiği için bu bilgiyi video hazırlayanlara aktararak, talep ve arz arasında bir geri bildirim döngüsü yaratıyor. Algoritma yalnızca insanların izleyeceği içeriği seçmekle kalmayıp, aynı zamanda bu içeriğin oluşturulmasına aktif olarak katılıyor ve insanların izlemeye ve tıklamaya devam etmesi için sürekli yeni öneri akışı olmasını sağlıyor. Büyük dikkat dağıtıcı, gücünü yalnızca sizi içine çekmek ve izlemeye devam etmenizi sağlamak için değil, aynı zamanda yeni içerikleri şekillendirmek için de kullanıyor ve bu da bizi şekillendiriyor.

 

YouTube Edward Palmer’ın akıl almaz ölçekteki dikkat dağıtıcısıdır. Ne izlediğinizi, ne kadar süre izlediğinizi, ondan önce ve sonra ne izlediğinizi -izleme araçlarının daha geniş internet genelinde yaygınlığı göz önüne alındığında- nereden geldiğinizi, kim olduğunuzu ve nerede yaşadığınızı bilir. Milyarlarca insan için bunları bilmesi, dikkatimizi dağıtan ya da kilitlenmemizi sağlayan en ufak ton ve konu farklılıklarını eleyebilmesine olanak tanıyor. YouTube; Susam Sokağı, Teletabiler ve captology tarafından ortaklaşa kullanılan, dikkatin kazanılması ve elde tutulması için kullanılan teknikler sisteminin, bu dikkatle kâr etmenin ötesinde bir şey yapma arzusundan arındırılmış mükemmelliğidir. Bu zaten yeterince vahimken bir de böyle bir sistemin tarafsız olamayacağı gerçeği var karşımızda. Büyük dikkat dağıtıcı, gücünü yalnızca sizi içine çekmek ve izlemeye devam etmenizi sağlamak için değil, aynı zamanda yeni içerikleri şekillendirmek için kullanır ve bu da bizi şekillendirir.

 

Bu sistemde bir şeylerin önemli ölçüde yanlış gittiğine dair ilk işaretlerden biri 2016 yılında, çok küçük çocukları olan ebeveynlerin internet forumlarında ve daha sonra medya kuruluşlarında çocuklarının YouTube’da karşılaştıkları içerikten şikâyet etmeye başlamasıyla ortaya çıktı. Peppa Pig, PAW Patrol ve Teletabiler gibi popüler çocuk televizyon programlarını internette arayan çocuklar, en sevdikleri programların genellikle şiddet, seks ve uyuşturucu kullanımıyla tatlandırılmış taklitlerine, parodilerine ve çarpıtılmış hâllerine  rastlıyor ya da daha büyük olasılıkla bunlara yönlendiriliyorlardı.[27] Ebeveynlerinin bildirdiğine göre, yeni yürümeye başlayan ve okul öncesi çocuklar da dahil olmak üzere çok küçük yaştaki çocuklar travmatize oluyor, korkuyor, teselli bulamıyor ve uyuyamıyorlardı.[28]Google’ın sözcüleri her bir vakanın münferit olduğunu  iddia ettiler; barındırdıkları “iyi” içeriğin miktarını ve tam denetimin imkansızlığını vurguladılar; aslında yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını savundular. 

 

2017’nin sonunda yapmaya başladığım ve YouTube’daki çok sayıda çocuk medyasını incelediğim araştırma daha da garip bir şeyi ortaya çıkardı. Çocuklara yönelik rahatsız edici ve şiddet içeren içeriklere rastlamak veya bu içeriklere yönlendirilmek gerçekten çok kolay olsa da -ve bunun ciddiyeti göz ardı edilmemelidir- hiçbir anlamı yokmuş gibi görünen bir içerik bataklığında kendini hızla kaybetmek daha da kolaydı.[29] 

 

Çocuk televizyonlarında genellikle bir tuhaflık unsuru vardır. Susam Sokağı’nın ilk bölümlerinde (YouTube’da mevcut) James Earl Jones’un alfabeyi ezbere okuyuşunu izleyip de kendini biraz tehdit altında hissetmeyecek birine meydan okuyorum.[30] Teletabiler’in “See-Saw” bölümü, ebeveynlerin alçalan gökyüzü altında kesilmiş bir aslanın kesilmiş bir ayıyı kovaladığı bir skecin “tedirgin edici” olduğunu bildirmeleri üzerine yeniden düzenlenmiştir. Teletabiler’de gördüğümüz gibi programların çocukların ihtiyaçlarına odaklanması, sıklıkla, yetişkinlerin programların anlaşılmazlığına dikkat çekmesine neden oluyor. Ancak YouTube’da hakim olan ve varlığını sürdüren algoritmaya dayalı içerik başka bir şey: tekinsiz, çoğu zaman ürkütücü ve garip ama tartışmasız bir şekilde insanlık dışı.

 

Bu ürkütücülüğün bir yönü de insan aktörlerin algoritma için et hâline gelmesi. Bounce Patrol örneğini ele alalım; 16,4 milyon abonesi olan popüler bir kanal; her hafta genç çocukları eğlendiren birkaç video yayınlayan ve milyonlarca izlenme sayısına ulaşan sağlam bir grup. Bu videoların başlıkları, işleyen süreci gözler önüne seriyor: “Alfabe Noel – Çocuklar için ABC Noel Şarkısı”, “Cadılar Bayramı Bebek Köpekbalığı | Çocuk Şarkıları ve Tekerlemeler”, “Alfabe Cadılar Bayramı – ABC Cadılar Bayramı Şarkısı”, “Alfabe Okul -ABC Okul Şarkısı | Okula Dönüş”, “Alfabe Süper Kahramanlar – Çocuklar için ABC Süper Kahraman Şarkısı | Batman, Spiderman, PJ Masks, Incredibles, Hulk”, “Alfabe Ulaşım – Çocuklar için ABC Ulaşım Şarkısı | Taşıtlar, Ses Bilgisi ve Alfabe ABC’leri”, “Noel Parmak Ailesi, Jingle Bells & Çocuklar için daha fazla Noel Şarkısı! Popüler Noel Şarkıları”,  ”Noel’in 12 Günü – Çocuk Noel Şarkıları, Çocuklar için-Saymayı Öğren | Popüler Noel Şarkıları”, ”Parmak Ailesi Şarkısı – Mega Koleksiyon bölüm 3! Geniş Aile, Renkler, Süper Kahramanlar, Cadılar Bayramı ve daha fazlası” vb. Aynı temaların sonsuz varyasyonları, algoritmanın dikkatini çekmek için tasarlanmış başlıklar ve aynı remiks ve zırva kalitesinde şarkılarla danslar içeriyor. Susam Sokağı’ndan çok uzaktayız ve bu spektrumun daha iyi ucu.

[31]

Belirli videolar popüler hale geldikçe, giderek daha fazla içerik oluşturucusu ilgili arama terimlerine olan talebi karşılamaya çalışıyor; izleyicilerin kendilerinden (belirttiğimiz gibi genellikle çok küçük çocuklardan) değil de tavsiye algoritmasından gelen talebi. İlgili arama terimlerinin yükselen değerine yanıt olarak, video yapımcıları içeriği kopyalamak için acele ediyor ve bu durum Bebek Köpekbalığı’ndan Parmak Ailesi’ne kadar her bir yeniliğin, modanın ve okul öncesi hevesin benzer ama incelikli bir şekilde farklı versiyonlarının patlamasıyla sonuçlanıyor. Sonuç, Mekanik Türk’ün geri dönüşüdür: binlerce işçi, terfi için seçilecek kadar iyi bir iş çıkaracakları umuduyla çaresizce makineleri taklit ediyor.

 

Üstelik bunlar iyi olanlar. Çoğu içerik çok çok daha kötü. YouTube’da çocukların tüketimi için oluşturulan içeriğin büyük çoğunluğu, parlak renkli çocuk eğlenceleri yerine, anonim animasyon atölyeleri tarafından üretilen ya da ucuz 3D varlıklar ve stok seslerden otomatik olarak bir araya getirilen şeyler. Popüler çizgi film karakterlerinin kötü çizilmiş versiyonları tekerlemelerin sesiyle ürperiyor; sayma oyunları oyuncak reklamlarına dönüşüyor; “öğrenme”, “eğitim” ve “çocuk gelişimi” kavramları, reklam dolarlarını çekmek için çıplak anahtar kelimelere indirgeniyor.

 

Bu seviyede, en rahatsız edici farkındalık, bunun tam olarak nereden geldiğini bilmenin imkânsız olmasıdır: bunu kim yaptı, neredeler ve niyetleri neydi? Bunlar gerçek kişiler mi, muzip insanlar mı, organize gruplar mı, kurumsal varlıklar mı, yoksa sadece birer senaryo mu, hala kendi talimat setlerini uygulayan ve bunun sonuçlarına kayıtsız unutulmuş yazılım parçaları mı? Burada, bu içerik fıçısının dibinde, kendimizi içinde yaşarken bulduğumuz bu devasa otomatik sistemlerin en derin ve acil sorunuyla yüzleşiyoruz: hayatlarımızı şekillendiren güçlere nasıl faillik ve sorumluluk atfedebiliriz?

 

Çemberi ya da belki de sarmalı  tamamlamak için bu içeriğin anlamlı bir şekilde denetlenememesi, akışların çarpışması anlamına geliyor. Tekerlemelere dayalı otomatik olarak oluşturulan videolar, parodistler ve troller tarafından yapılan kasıtlı sahteciliklerle buluşuyor ve sonuçta derinleşmeye devam eden rahatsız edici ve istikrarsızlaştırıcı içerikten oluşan yoğun bir çorba ortaya çıkıyor: algoritma kendi içine döndü ve yapımcılar, moderatörler, izleyiciler, hepimiz onun giderek tuhaflaşan taleplerine terk edildik.

 

Keşke sadece çocuklar olsaydı; ancak son yıllarda, burada işleyen faktörlerin -içeriğin sorumluluğunun reddedilmesi, her ne pahasına olursa olsun dikkat çekme arayışı, iletim ve tavsiye sistemlerinin karmaşıklığı ve kaynakların ve kökenlerin belirsizliği- toplum genelinde dehşet verici yansımaları olduğu giderek daha açık hale geldi. Öyle görünüyor ki 2018’de YouTube’u saran çocuk medyası skandalı, internet tarihinde bir dip noktası olmaktan ziyade, gelecekteki çok daha büyük sarsıntıların erken bir uyarısıydı.[32]

 

Bir örnek vermek gerekirse, Düz Dünya komplo teorilerinin yükselişini ele alalım. Son on yılda, düz bir dünyaya inanma sıklığı hızla arttı ve bunun sorumlusu da büyük ölçüde YouTube oldu. Denver, Colorado’da 2018’de düzenlenen ilk Düz Dünya Konferansı’na katılan ziyaretçiler arasında sorulara cevap veren her bir katılımcı, bu inanca sadece YouTube tarafından kendilerine gösterilen değil, sistem tarafından aktif olarak önerilen videoları izleyerek ulaşmıştır.[33]YouTube, önce Düz Dünya teorileri hakkında bir video izlemelerini önererek ve ardından daha fazla benzer video önermeye devam ederek, bunun desteklenen ve yaygın olarak kabul gören bir bakış açısı olduğuna dair inançlarını artırarak onları radikalleştirmiştir. Dahası, Düz Dünya komplo teorilerine YouTube kaynaklı ilgi arttıkça, sistem daha fazla insanı -inanan ya da inanmayan- Düz Dünya videoları yapmaya teşvik ederek ivmeyi daha da artırdı.

[34]

Çocuk videolarında işleyen aynı süreç burada da tekrarlanıyor. Algoritma, en uygun sürüş koşullarını yaratmak üzere programlanmış bir trafik yönetim sistemiyle karşılaştırılabilir. İnsanların bir araba kazasının yanından geçerken nasıl yavaşladığını görünce, insanların araba kazalarını sevdiği fikrine kapılıyor ve böylece daha fazla araba kazası yaratmak için gerekli koşulları hazırlıyor. Bu durum düz bir dünya inancıyla ilgili olduğunda ne kadar eğlenceli olsa da yayılan dünya görüşü erkek üstünlüğü, beyaz milliyetçiliği ya da dini köktencilik olduğunda daha az eğlencelidir; bunların hepsi YouTube’un otomatik sistemleri tarafından daha güçlü ya da daha zayıf biçimlerde dayatılmaktadır.

 

Aslında, küresel ölçekte, hangi korkunç, nefret dolu ideolojinin veya bölücü kültür savaşının kışkırtıldığının pek bir önemi yok (ki bu da hiçbir şekilde bunların gerçek sonuçlarını küçümseme amacı taşımamaktadır). Her birinin ortak noktası, ister mevcut otoritelere, ister ortak bilgiye, ister bilim ve demokrasi kurumlarına, ister toplumun geneline, isterse birbirlerine karşı olsun, yaratılan güvensizlik ve bölünmedir. Bu, şu anda içinde yaşamayı seçtiğimiz sistemler tarafından hayata geçirilen bir süreçtir. Günümüzün kafa karıştırıcı ve çatışmalı dünyasının altında yatan da budur. Google, platformlarında travma geçiren çocuklarla ilgili haberlere, bu konuda yapabilecekleri bir şey olmadığını söyleyerek yanıt verdiğinde bir bakıma haklıydı. Onlar, Facebook, Twitter ve diğerleri, seçimlere müdahale, aşırılıkların ve köktenciliğin yükselişi, hükümete güvensizlik ve ortak anlatılar gibi unsurların kendi kontrolleri ötesinde olduğunu iddia ettiklerinde de bir bakıma haklıydılar. 

 

Yapabilecekleri hiçbir şey yoktu; çünkü para kazanma algoritmasına çocukları, demokrasiyi ve akıl sağlığımızı gerçekten korumak için gereken düzeyde müdahale etmek, işlerinin ölçeğini küçültmek anlamına gelirdi. İşi ölçek olan ve ölçek dışında faaliyet gösteremeyen bir şirket için bu, varoluşsal bir tehdit oluşturuyor; sorunu tedavi etmek, varlıklarının sona ermesi anlamına geliyordu. Dolayısıyla yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. (Kamuoyu baskısına boyun eğen Google, geçtiğimiz birkaç yıl içinde bu sorunları ele almak için öncelikle çocuklara odaklanan içerikten sağlanan kazancı sınırlama şeklinde bazı önlemler aldı. Bu süreç kendi içinde otomatik olduğu için -büyük ölçekte çalışması için olması gerektiği gibi- çocukları gerçekten zarardan korumak için ne yazık ki yetersiz kalmaktadır; ancak çok sayıda meşru üreticiyi platformdan uzaklaştırmıştır).

 

Nihayetinde bu bir teknoloji ya da tasarım meselesi değildir. Mesele, toplumun en önemli işlevleri -eğitim, demokratik tartışma, kamusal bilgilendirme, karşılıklı bakım ve deste- tamamen kâr amacı güden kurumsal platformlara devredildiğinde topluma ne olduğudur. Çocukları tamamen kapitalist sömürü yapıları içinde eğitmenin “sağlıklı” bir yolu yoktur. Onları güvenli bir şekilde eğlendirmenin ya da ortak bir kamusal söyleme katkıda bulunmak, haberleri okumak, güvenilir bilgi bulmaya çalışmak ya da demokrasiye anlamlı bir şekilde katılmak gibi her gün üstlendiğimiz diğer görevlerden herhangi birini yerine getirmenin de bir yolu yoktur; çünkü bu görevler tamamen aynı yapılar içinde yer almaktadır. Susam Sokağı’ndan YouTube Kids’e uzanan yolculuğun hikayesi, gelişen teknoloji değil, azalan özen ve azalan sorumluluktur. Bu şekilde, en az önemseyenlerin en çok ödüllendirildiği bir sistemi desteklemeye devam ettiğimiz için, hepimiz suç ortağıyız.

 

Edward Palmer ve Çocuk Televizyon Atölyesi dikkat dağıtıcıyı gerçek işlerini geliştirmek için inşa etti. Bu iş, New Yorker’ın film eleştirmeni Renata Adler’in 1972’de tanımladığı gibi “televizyon aracılığıyla küçük çocuklara rasyonel, insancıl ve doğrusal olanı satmaktı.”[35] Google ve benzerleri bunun yerine dikkat dağıtıcıyı geliştirmeye odaklandılar ve sonuç irrasyonel ve insanlık dışı olanın, doğrusal olmayanın zaferi oldu ve bu onları gerçekten de çok zengin etti.

 

NOTLAR

 

[1] Bu metin 2021 yılında Media, Technology and Democracy Merkezinin web sitesinde yayımlanmıştır.

https://www.mediatechdemocracy.com/all-work/the-great-distractor

 

[2] Teletubbies Dipsy And Lala. Pinclipart. https://www.pinclipart.com/maxpin/iiRmooJ/

 

[3] Swain, G. (1997). “TELETUBBIES: Are they harmless fun or bad for our children?; THE QUESTION ON EVERY PARENT’S LIPS.” The Mirror, 23 Mayıs.

 

[4] “Tele Tubby Mummy; Meet the woman every parent in Britain should be dreading… the kids’ TV genius.” (1997). The Mirror, 23 Ağustos.

 

[5] Lepore, J. (2020). “How we got to Sesame Street.” New Yorker, 11, Mayıs.

 

[6]Teletubbies” Leo Reynolds adına  CC BY-NC-SA 2.0 altında lisanslıdır.

 

[7] Cooney, J. G., (1967). The Potential Uses of Television in Preschool Education. Children’s Television Workshop, New York, NY.; Carnegie Corp. of New York.

 

[8] Lesser, G. S. (1974). Children and Television: Lessons From Sesame Street. New York: Vintage Books.

 

[9]  Gladwell, M. (2000). The Tipping Point: How Little Things Can Make a Big Difference. New York: Little, Brown & Co.

[10] “Vintage Ad #762: Can You Tell Me How to Play, How to Play With Sesame Street?” jbcurio adına CC BY 2.0 altında lisanslanmıştır.

 

[11] Nelson, A. (2017). “I played Dispy in Teletubbies.” I News, 31 Mart.

 

[12] “Falwell Sees ‘Gay’ In a Teletubby.” (1999). The New York Times, 11 Şubat.

 

[13] “How we made: Teletubbies.” (2013). The Guardian, 3 Haziran.

 

[14] “Interview with a teletubby.” (2010). Network News.

 

[15] “Teletubbies” christopheradams adına CC BY 2.0 altında lisanslanmıştır.

 

[16] Fogg, B. J. (1998). “Persuasive computers: perspectives and research directions.” SIGCHI Human Factors in Computing Systems Konferansı Bildiri Kitabı.

 

[17] Fogg, B. J. (2003). Persuasive Technology: Using Computers to Change What We Think and Do. Morgan Kaufmann Publishers. ISBN 1-558-60643-2.

 

[18]Social Media Mix 3D Icons- Mix #2” Visual Content adına CC BY 2.0 altında lisanslanmıştır.

 

[19] Leslie, I. (2016). “The scientists who make apps addictive.” The Economist, 20 Ekim.

 

[20] “Stanford Class’ Facebook Application Crosses 1 Million Installs.” (2007). TechCrunch, 20 Kasım.

 

[21] Helft, M. (2011). “The Class That Built Apps, and Fortunes.” The New York Times, 7 Mayıs.

 

[22] Harris, T. (2013). “A Call to Minimize Distraction & Respect Users’ Attention.”

 

[23] Stone, L. (2008). “Just Breathe: Building the case for Email Apnea.” Huffington Post, 17 Kasım.

 

[24] Newton, C. (2018). “Google’s new focus on wellbeing started five years ago with this presentation.” The Verge, 10, Mayıs.

 

[25] Clement, J. (2020). “Global logged-in YouTube viewers per month 2017-2019.” Statista, 30 Haziran.

 

[26] Solsman, J. E. (2018). “YouTube’s AI is the puppet master over most of what you watch.” CNET, 10 Ocak.

 

[27] Palmer, A. and Griffiths, B. (2016). “ASSAULT ‘N PEPPA Kids left traumatised after sick YouTube clips showing Peppa Pig characters with knives and guns appear on app for children.” The Sun, 10, Haziran.

 

[28] Maheshwari, S. (2017). “On YouTube Kids, Startling Videos Slip Past Filters.” The New York Times, 4 Kasım.

 

[29] Bridle, J. (2017). “Something is wrong on the internet.” Medium, 6 Kasım.

 

[30]  “Sesame Street: James Earl Jones: Alphabet.”

 

[31] “youtube- kids telecharger sur portable” downloadsource.fr adına CC BY 2.0 altında lisanslanmıştır.

 

[32] Landrum, A. R., Olshansky, A., and Richards, O. (2019). Differential susceptibility to misleading flat earth arguments on youtube. Media Psychology, DOI: 10.1080/15213269.2019.1669461.

 

[33] Ribeiro, M. H., Ottoni, R., West, R., Almedia, V. A. F., and Meira, W. (2019). Auditing Radicalization Pathways on YouTube. arXiv:1908.08313v3 [cs.CY]

 

[34] “SESAME STREET*Google” COG LOG LAB aadına CC BY-NC-SA 2.0 altında lisanslanmıştır.

 

[35] Adler, R. (1972). “Cookie, Oscar, Grover, Herry, Ernie, and Company: The invention of “Sesame Street.” The New Yorker, 27 Mayıs.