Başladığın Yere Dönmek


Funda Susamoğlu

İstanbul’da yaşıyor ve üretiyor.
www.fundasusam.com

 

Kaynaklar tükenirken, bugün sınırlı alanda daha sınırlı hayatlar yaşama becerimiz öne çıkıyor. İlkel olanın bakışı, gelişme diye bize sunulana kıyasla zengin ve aydınlatıcı görünüyor. İnsan denen canlının istilacı tavrının oluşturduğu koşullarda, insanın artık kendi konumundan şüphe duyması ve dünyayla ilişkilenme biçimini sorgulaması gerekli. Türler arası ilişki, hiyerarşi ve ayrışmadan uzak, bütünlük içinde ele alınmadığı sürece bir dengeden söz etmek mümkün değil.  Gökte uçanla yere köklenen, dört ayak koşanla suda yüzen arasındaki bütünlüğün içselleştiririldiği bir yaşam bilgisi yeniden bir ihtiyaç.

Bu eski bilginin mantığını Levi Strauss, yerli kabilelerin doğa ve kültür arasındaki mesafeyi katetme becerileri ve oluşturdukları geçişken dizgelerde incelemektedir. Bitki, hayvan, coğrafya ve nesne tanımları çapraz bağlarla birbiriyle ilişki içinde kategorize edilirken; tüm topluluk içi -evlilik ve takas gibi- ilişkiler de doğayla organik bir bağ içinde şekillenmektedir. Filin çamurda bıraktığı ayak iziyle şekillenen toprak parçalarını kap olarak kullanan yerliler için fil ve kil girift bir şekilde ilişkilenmektedir. Bir toprak kabın içinde gömülü olan bilgi, İnci Eviner’in “Gövde Coğrafyası” serisinde, deri ve bakır kullanarak şekillendirdiği yüzeylerde de okunmaktadır. Sanatçı bu serisinde, bedeni ötekiyle kurduğu ilişki üzerinden ele alan, hayvan ve toprakla iç içe kurguladığı imgeler toplamını “tarihin iktidar aygıtına dönüştüremediği bozkırda yürümek, çizgiyi boşlukta yürütmek…” diye ifade ettiği bir topografyaya dönüştürmektedir (Eviner, 1995: 19). 

 

                         

                                   İnci Eviner, Gövde Coğrafyası, 1995, Arter Koleksiyonu                                                 

Türleri sınıflandırmak için geliştirdikleri geçişken dizgelerde farklı toplulukların bütüncül bakışları öne çıkmaktadır.  Turna kuşu gökle, kızıl kuş güneşle, kartal dağ ile eşleşebilmektedir. “Demek ki, tür kavramının bir iç devingenliği var: iki dizge arasında asılı kalmış bir toplam olarak, tür bir çokluğun birliğinden bir birliğin çeşitliliğine geçmeyi sağlayan (hatta bunu zorunlu kılan) bir işleçtir” (Levi Strauss 2016,187). Kartalı şimşekle, şimşeği ateşle, ateşi kömürle, kömürü toprakla bağlayan düşünceyle kartalın konumu kavranmaktadır. Kartal avı örneğinde ise, geçişken dizgeler içinde insanın konumu da ele alınmaktadır. Açılan çukurun içine yerleşen avcı, koyduğu yeme yaklaşmasını beklediği hayvanı çıplak elleriyle yakalar. Çukurun içinde bekleyen insan hem av hem de avcının kendisidir. Ancak tuzağa düşen hayvanın konumunu içselleştirerek, onun yerine geçerek avlanmayı başarabilmektedir (Levi-Strauss 2016: 69-95).

Bugün binaların içinde geçen hayatlarımızda, bize dünyayla kurduğumuz ilişkiyi tazelememizi sağlayacak ritüellere, öğretilere yeniden bakmaya ihtiyaç duymaktayız. İnsanın doğayla kurduğu maskülen sömürgeci ilişkinin yanı sıra romantize edilen doğa fikrini ele alan sanatçı Jonathas de Adrade, etnografik belgeleme stratejilerini kullanarak anlatısını kurgulamaktadır. Sanatçının Brezilya’da balıkçılarla bir ritueli canlandıran “The Fish/ Balık” video serisi, av ve avcı arasındaki derin ilişkiyi görseller. Avcı yakaladığı balığa sarılarak, sebep olduğu ölüm sürecine eşlik ederken, sahiplenme ve minnet adeta yeni bir tür mit inandırıcılığındadır. İnsan olmayanlarla ilişki içindeki insanın, şiddet ve şefkat arasında gidip gelen sınırın genişlediği yerde, nefes alıp vermek ortak bir zemine dönüşmektedir. 

 

                  

                             Jonathas de Adrade, “The Fish/ Balık”, 2016

Bu ortak zemini paylaştığımız tüm canlılarla kurduğumuz ilişkinin şekli bizi de tanımlarken, tavrıyla bir başka yeni zaman kahramanı olan Ispartalı Melahat Peker, diktiği fideyi kesen belediyenin kapısına fidesini sırtlayıp dayanır. Onun gözyaşlarının gerçekliği ve belediye başkanının eğreti makamı birbirine çarpar haberin görselinde. Kamu alanı olan kaldırıma, dikim yapmak yasak olduğu için kesilen fidenin, anlamlandırması imkânsız durumuna isyan etmektedir: “Bu fidana çocuk gibi baktım. Bir ağacı sığdıramadılar” sözleri sadece aklıyla değil kalbiyle kavrayan bu kişinin doğal tepkisidir.Büyüttüğü fidenin yasını tutan Melahat Teyze, medyada sıra dışı bir haber olarak karşılık bulur.

 

             

                 Belediye Başkanının Odasında Melehat Peker,   30.07.2017, Hürriyet Pazar Haber. 

Link: https://l24.im/aZ84Pc

İşte tam bu kesişmede, kendini savunamayacak olan canlının hakkını arayan, acısını içselleştiren bir bakış önümüze çıkmaktadır. Bir fideyle bir çocuğu eş tutan kavrayışta, yanmasına izin verilen orman alanlarını futbol sahalarıyla ölçmenin imkânsızlığı vardır. Beraberinde içinde yaşamını sürdüren binlerce canlıyı kaybederken, bizim de bir parçamızın artık daha az canlı olduğuyla yüzleşmek gerekli. Geçen yaz Marmaris’te başlayan büyük orman yangınından bir yıl sonra, geriye kalan kel tepelere baktığımda; mezarlığa kadar inen yangında, kararmış gövdeleriyle kurumuş çamların mezar taşlarıyla yan yana duruşu büyük ve sessiz bir sonu hissettiriyordu. Canlı olmanın binbir hâlini kavramak, belki aklınla kavrayamasan da, bilmediğinin varlığına saygı duymak tek çıkış yolu gibi görünüyor. Haraway’in “birlikte oluş/ becoming with” ifadesi, yalıtılmış olmayan ve içinde bulunduğu kolektif ağların bir parçası olarak konumlanma hâlini içselleştirmeyi öneriyor (2010:40). Yaban, bugün içinde senin gibilerin olmadığı o yabancı yere fiziken olmasa da zihnen ulaşmayı ve o mesafeyi katedebilmeyi gerektiriyor.

İlkel olanın önceliği yaşamın döngüsünü sürdürebilmek üzerineyken, bunun için çalışmada büyünün ve tekniğin bilgisi içselleştirilmiş bir bütün olarak işlev görüyor. Mağara duvarına işlenen resim gibi hem ritüelin umudu, hem şifacının bilgisi iç içedir. Bu yaklaşımla ritüeller doğadan aldığını doğaya, bir karşı-bağış ya da armağan olarak vermek üzerine kurulu bir alışveriştir. Bu alışveriş kâr etme zihniyetinden uzaktadır. “Burada zenginliğin tözü değiş tokuşun kendisidir” (Baudrillard 1998:76). Bütünün bir parçası olarak kendini konumlandıran ilkel denen insanın, öncelikleri yeniden gözden geçiren ilksel bakışı, bugün sadeleşmek zorunda olan hayatlarımızda gerekli olan tavrı barındırmaktadır.

 

KAYNAKÇA 

Claude Levi-Strauss, Yaban Düşünce ,Yapı Kredi Yayınları, 2016.

Donna J.Haraway, Başka Yer, Metis Yayınları, 2010.

İnci Eviner, “Gövde Coğrafyası”, Anons Plastik Sanatlar Dergisi, Nisan 1995, Sayı 49.

Jean Baudrillard, Üretimin Aynası, Dokuz Eylül Yayınları, 1998.

 

Hürriyet Haber sitesine ait olan dışında, bu metinde yer alan fotoğraflar yazarın arşivinden izniyle kullanılmıştır.