Yaşamımdaki yer değişikliklerinin etkisiyle birlikte mekân kavramının etrafında gezinirken buldum kendimi. Bu gezinme, önceleri Ankara’daki öğrencilik yıllarımda uzun yürüyüşlerle başladı. Sonra 2 yıl süresince yaşadığım Mardin’in (eski) sokaklarında yürürken derinleşti. Mekânla ilişkimizi, ama öncelikle kendi ilişkimi sorguladım. Bu da beni (benim için) her şeyin başladığı yere doğduğum eve götürdü. Oradan benimle birlikte gelen kocaman bir boşluk vardı, mekânların kavramsal yapısında. Bu yapı, yaşadığım tüm evlerde yeni bir proje ile kendini gösterdi. Tam da burada şunu belirtmeliyim ki 2017 yılından bu yana mekâna ev özelinde sorular sormayı sıklaştırmıştım. Bu bağlamda alacağım cevapları bir mekân olarak ele aldığım metin ile birlikte 2019 yılının sıcak bir Haziran gününde Ankara’daki evimde düzenlediğim sergi ile esnettim.
Geriye dönüp baktığımda fark ettim ki hepsine açılan ortak bir bağlam var o da en başından beri aslında sezmiş olduğum boşluk. Hem zihinsel bir süreç hem de bir yaşam biçimi olarak etkisini
gündelik hayatımda da net bir biçimde gördüğüm boşluk kavramı, üretimlerime de doğrudan yansımış oldu. Yaşamım ve üretimlerimdeki bu paralelliğin oluşturduğu bir akış var. Kağıt ve kalem en yalın haliyle bu akışı mümkün kılıyor.
Sanat pratiğimde kağıt ve kalem her şeyin başladığı yeri işaret ediyor, tıpkı doğduğum evin sıfır noktası olması gibi. Malzeme bir temsilin aktarıcısı olmanın yanında bağlamın kendisi oluyor. Kağıdın boşlukla olan ilişkisi çok etkileyici geliyor bana, bir öz gibi. Onu imge ya da dil ile sayısız olasılıkta buluşturabiliyorum, ne zaman ya da nerede olursa olsun üretimlerimin oluştuğu (ev) atölye ve sergilendiği mekânlar da bu akışa dahil oluyor ve sürecin tamamı bir sanat pratiğine dönüşüyor. Bir an durup soluklanmaya, derin bir nefes almaya benzetiyorum bu süreci.
Ev mi? O, içinde tüm duyguları ve duyumsamaları, yaşantının izlerini barındırıyor. Her gün sabah çıkıp akşam girdiğim kapı, eşiğin kendisi olarak konumlanıyor. İçerideki boşluklar mekânın hafızasını ve zamanın (siyasal, toplumsal, psikolojik) yansımasını barındırıyor içinde ve tüm bu yansımaları görebilmek için de alan açmak gerekiyor. Etrafımızda yer alan üst üste binmiş görüntüleri, sesleri ve duyguları tek tek algılayabilmek için boşluklara ihtiyacımız var.
İçeride Bir Yerde
Etrafta çok sayıda ve birbirinden farklı gibi görünse de sonucu şiddete varan ses var ve biz bunları ayırt edemiyoruz. Doğrudan temas ettiğimiz her yerde doğada, evde, hemen yan dairede olan, medyanın her gün salonumuzun orta yerine getirip bıraktığı sesler bunlar. Duydukça normalleşmeye başlıyor sanki ve kulağımız bu duruma alışıyor. Gözümüz de sürekli gördüğümüze alışıyor. Duydukça algılayamadığımız, baktıkça göremediğimiz şiddet, yangın imgeleri ile karşılığını buluyor öyle yakınımızda ki, içeride bir yerde hepsi. İçinden geçtiğimiz her yerde, dahası içimizde…