Asfalt Zeminde Yürüyenlerin Keskin Falezlerle Buluştuğu Yerde:  “Beton Hayvan Deniz

Esra Oskay

 

Suyun akışı sadece arazinin eğimini, yazın ne kadar sıcak geçeceğini veya ne kadar geç geleceğini, kışın soğuğunu, iklimlerin değiştiğini değil, sanki bunlar yetmezmiş gibi yaşadığımız kente dair daha birçok hakikati de anlatır. Erik Swyngedouw bir bardak suyun “yerelden küresele, insandan insan olmayana doğru” çizilecek çok katmanlı bir haritayı bize hatırlattığını söyler (2009). Bir bardakta yolunu avucumuzun içinde bulan su; şehrin birbiri içine geçen katmanlarını tutar. Musluktan akan suyun kireci, bir apartmanın yüksek bir katında dört duvar arasında varlığını unuttuğumuz toprağı hatırlatır. Plastik damacanalar içinde “doğal” kaynağından evimize ulaşan suya her yöneldiğimizde artık içilemez olan musluk suyunun taşıdığı kentin manzarasını buluruz: “Özetle, benim bardağımdaki su kenti bir melez yapı olarak içinde barındırır.  Kentin sularında bir araya gelen yeraltı ve yerüstü su akışlarının, derelerin, boruların ve damarların rizomatik bağı… kenti üreten ve kent yaşamında somutlaşan sosyo-ekolojik süreçler için güçlü bir metafordur” (Swyngedouw, 2009: 66).

 

Antalya merkezli sanatçı inisiyatifi Kıyı Project “Beton Hayvan Deniz” sergisinde, kentin kara ve su ekosistemi arasındaki ilişkiye odaklanırken benzer bir hareketle kente bakıyor. Bir bardakta kenti hatırlatan suyun hikâyesini denize girmek için beton bir iskeleye çevrilen Antalya’nın Erenkuş Plajı üzerinden gösteriyorlar sergide. Bizi denize yaklaştıran bu beton iskelede “sucul (aquatic) ve sucul olmayan (nonaquatic)” arasındaki ilişkiyi düşündürürken kenti başka şekillerde görmenin, onun yerleşik kentsel formlarını bugünün şartları içinde yeniden ele almanın da olanaklarını sınıyorlar. Antalya’nın denizle buluştuğu alanları mesken tutan Kıyı Project; son projelerinde Konyaaltı’ndan yükselerek ayrılan falezler ve bu aralığa yerleşen eski kent merkezinin öteki tarafında Lara’nın kıyısına odaklanıyor, falezlerin keskin ve kaygan dokusunu betonda ve asfalt yollarda yürümeye alışık izleyiciyle buluşturuyor.  

 

Erenkuş Plajında gerçekleşen sergiyi görmeye gittiğimde, falezlere daha önce hiç bu kadar yakından bakmadığımı farkediyorum. Bizi döndüre döndüre bir falezlere bir denize baktıran merdivenlerden inerken gözüme önce Handan Dayı’nın çalışması çarpıyor. Üstü örtülmüş, kıyıya birkaç kulaç atımı mesafede küçük bir adacık görünüyor uzaktan. Handan Dayı, Antalya’ya göçen kadınların hikâyelerine odaklandığı bu çalışmada kadınların diktikleri kumaşları tek bir örtüde birleştirip yerleştiriyor “adaya”. Adanın üzerindeki beraberce dikilmiş, yan yana getirilmiş örtü, aidiyeti bir kara parçasıyla yek vücut olarak düşünme alışkanlığından çıkarıyor bizi. Müşterek kıyıya kısacık yerleştiğini belli eder gibi kayayı kaplamadan ona kısa süreliğine atılıvermiş gibi görünüyor bu kumaş parçası. Dayı’nın Kıyı Project’in bir önceki sergisinden akılda kalan parsellenmiş deniz parçasıyla beraber düşünüldüğünde; denizi evden uzağa açılan yolları, aidiyetin tartışmalı bir hâle geldiği karanlık suları akla getiren bir şekilde ele alıyor sanatçı. Sabah serilen akşam eve dönerken toplanan sınırları, ortaklıklarımızı, müştereklerimizi bizi birbirimize yaklaştıran bağları hatırlıyoruz. Parsellenmiş deniz parçası ise bunun aksini iddia etmeninin anlamsızlığını hatırlatıyor bize.  

 

Handan Dayı, “Kendime Bir Yer”, 2023


Handan Dayı, “Satılık Deniz Parseli”, 2020 

 

Antalya’nın kıyısıyla kurduğum ilişki çoğunlukla hafta sonları, özellikle yazları denize girip ayakları yerden kesen, insana kendi ağırlığını kısaca unutturan bir vesiledir benim için. Herkesin tercih ettiği bir deniz vakti vardır, kimi sabah kimse yokken, başkasının bakışını hissetmeden, deniz “çarşaf” gibiyken, güneş tepeye çıkmadan, kimi akşam üstü su daha da ılıklaşmışken seviyor denizi. Çocukken ise denizin en güzel vakti dalgaların bedeni savurduğu zamanlar. Sergi metninde de Özge Yağcı bedenin dikey hiyerarşisini bozan ve belki bu yüzden de iyi gelen, gevşeten, yerçekimine direnen suyu, onun kenarında uzanan bedeni merkeze alarak doğayla, kentin doğasıyla başka türlü bir yakınlaşma biçimi olarak yaklaşıyor: 

 

Bedeni düşünüyorum ve onu tüm alışılageldik hiyerarşik okuma biçimlerinin uzantısı olarak görmeyi reddetmeyi. Yatay bir eksende uzanıyor tüm organlarım. Beynim kontrol merkezi olmayı bırakıyor, midemle aynı düzlüğe yerleşiyor, bacak kaslarımı hissediyorum. Şimdi tüm bu dik kayaları geçip, merdivenlerden denize uzanma vakti… Şehrin kuşatıcı varlığından sıyrılıp denize inmek bir anlamda bedenle yeni bir ilişkilenme modeli üretmekle sonuçlanıyor (Yağcı, 2023)

 

Ayaklarını aklına kaide yapan insanın manzaraya diklenerek bakışı, burada sekteye uğrar. Yazın sıcak çakıllarda yürürken ayaklarınız şehirde yürürken almadığı biçimler alır, yeryüzünün şekillerine acemi bedeniniz yalpalar. Dışarıda ağırlaşıp suyun içinde hafiflerken beden alışık olduğu konumunu kaybeder (Yağcı, 2023). Kentin farklı mekânlarının, yüzeylerinin titrediği, ritmine şekil verdiği, aksattığı kentin aksını ölçen bir şeye dönüşür beden ve kıyı bunun zeminini oluşturur. 

 


Berna Dolmacı, “Sınır”, 2023.

 

Berna Dolmacı’nın kayalıkların arasına asılmış, falezlerin dokusunu yankılayan çalışması bu yüzeyin titreşimini kaydeder. İki büyük kaya parçasını birbirine ekleyen, onları birleştiren bir kumaş parçası üzerinde, kayalıkların dokularını ve renklerini tekrarlayarak bizi falezlere yaklaştır. Falezlere öykünerek doğaya gömülen bu kamuflaj ancak belli belirsiz gösterir kendini. İnsan ve doğa arasında çekilen bu “Sınır”, onun içine çekilirken “bacakları çizen otları” (Dolmacı, 2023), bu otların doğanın pastoral aklımıza sığdıramadığı pürüzlerini yumuşatır. Etrafı saran kayalara öykünür, kumaşın her salınımında onları daha da yakınlaştırıp uzaklaştırırken bu tekrarın sınırlılıklarını hissettirir. 

 


Ali Kanal & Gülden Ataman, “Lunae Mollusca”, 2023

 

Kayaların arasından çıkan yumuşakçalar da benzer bir öykünmeyle kıyıya yaklaşır. Gülden Ataman ve Ali Kanal’ın “Lunae Mollusca” adlı kurgusal bir yumuşakça türünden ilham aldıkları yaratıkları, kayalıkların arasından belli belirsiz görünür bize. İnsanın bildiğinin sınırlarının dışında, görebildiği ve dünyasına katabildiklerinin dışında var olan bu kurgusal canlının izleri bizden bağımsız bir yaşamın olanağını hatırlatır. Kalplere huzur vaat eden (Ataman & Kanal, 2023) bu yumuşakçanın renkli plastik hayalleri beklenmedik yerlerden çıkarak Erenkuş Plajı’nı kuşatır. 

Doğanın dokusunu, canlıların hareketini takip ederek ona fiziksel olarak yaklaşan bu çalışmaların yakın mesafesi Çiğdem Yola’nın çalışmasında uzaklara açılır. Denize nazır bir berjer, evimizin konforunda bize ufukları açar. Çalışmanın vaat ettiği bakış açısı uçsuz bucaksız denizi bakışın kadrajına sığdırarak evcil bir seyir nesnesine dönüştürür. İçinde sadece “kıyı, deniz ve dağlar” geçen bir hikâyenin imkanını düşündürür bu bakışa eşlik eden ses. 

Çiğdem Yola. “…hiç, denizdi yalnızca ve dağlardı baktığım”, Ses 8.34’, yerleştirme, 2023

Çiğdem Yola’nın çalışmasıyla kesişen Kemal Tizgöl’ün  beton kaplı masası ise  doğayı evcilleştirerek üstünlüğünü  ilan eden insanın, doğayla kurduğu temel ilişki biçimini tekrar hatırlatır. Plajın düz beton zeminine yerleşen masanın üstündeki su birikintisine deniz ve gökyüzünün yansımaları düşer.  Taşıllaşmış bir masanın iki ucuna oturduğunda insanın birbirine bakışının biçimi de değişecektir. Suyun titreşimi betonun katılığını aşındırır, bakışı yumuşatır.  

Kemal Tizgöl, “Havuz”, Beton ile kaplanmış ahşap mobilya, 2023


Kemal Tizgöl, “Havuz”, Beton ile kaplanmış ahşap mobilya, 2023.

Beton iskele üzerinde yerleşik düzene dair bu referanslar Kıyı Project’in kentte mesken tuttuğu mekânı, merkezden uzakta yerleştiği yeri de akla getirir bir taraftan. Turizmin hareketlendirdiği tatlı bir emekli şehri olarak Antalya, kültür sanat alanında üretenlere kısıtlı mevcudiyet alanları sağlayabiliyor. Merkez, üretim araçlarını, sergileme, var olma olanaklarını kendinde tutarken, merkezin uzağında Kıyı Project kolektif üretimi, sabit mekânın kurumsallaştıran çerçevelerinden uzak durarak canlı tutmaya niyetlenir. Kentin kısıtlı kültür-sanat haritasında kıyı, müşterek bir alan, akışkan denizin karayı aşındırdığı bir olasılıklar alanı olarak yeniden tanımlanır. Bu zorunlu mesken, yerelin kendine has problemlerini, kent mekânını yeniden düşünmek, müşterekleri ve kısıtlılıkları yeniden yeni amaçlarla örgütlemek için başka bir alan açar.

 

Bu metinde yer alan görseller KıyıProject’in arşivinden alınmıştır.